Yedi Güzel Adam. Şiir yürekli, kalemi
kılıçtan keskin, sözü yumruğundan güçlü yedi güzel adam!
Özlemişiz seni.
Siz demiyorum dikkat. Çünkü onlar yedi ayrı bedene bürünmüş tek ruh
adam.
Yedi Güzel Adam seyretmek, yakın tarihin
kitabını okumak gibi. Bu ülkede kim kime niye küstü, kardeşi kardeşe kim
kırdırdı bilmek isterseniz Cuma akşamları Trt1 başında olunuz efendim.
Sezonun ilk bölümü yine şiirle, nükte
ile, müjde ve hüzünle, kavgayla ve sevgiyle başladı. Hayat gibi. Ne bir eksik
ne bir fazla…
Adil Erdem Bayazıt, Naciye’den baba olacağı
müjdesini aldı. Malumunuz eski zamanlarda ‘baba’ ya da ‘anne’ olacak olmanın
haberi şimdiki gibi davul zurnayla verilmiyordu. En yalın, en naif haliyle ve edep dairesinden zerre sapmadan
bir bebekleri olacağı müjdesini verdi Erdem Bayazıt, annesine.
Ve bir şair bir müjdeli haberi ancak
böyle verebilirdi.
Naciye ile Erdem Bayazıt’ın aralarında
geçen her konuşma evli ya da evlenecek çiftlere ders diye okutulmalı. O tane
tane, huzur veren konuşmasıyla, karısına bir emanet mücevhermiş gibi ihtimam
gösteren Erdem Bayazıt profili ülkemiz
erkekleri için iyi bir rehber olabilir.
‘‘Siz
ben oldunuz mu ki?’’
Sezonun ilk bölümünde, Maraş olaylarının
çıkmasına zemin hazırlayan ilk fitne tohumları üzerine yoğunlaşıldı. Hakkı’nın
geçmişiyle, acılarıyla yüzleşme sahneleri ülkemiz için de bir yüzleşme
vaktiydi. Hakkı’nın annesi ‘‘ölüsünü bile vermediler’’ derken içine bir köz
yığını oturmayan kaldı mı aranızda? Ölüsünü teslim alamayan bir kadının
feryadına hâlâ kulak tıkayanınız var mı? Evi işaretlenmiş, mezhebini uçan
kuştan saklamak zorunda kalmış, babasını bu uğurda kaybetmiş Yetim Hakkı hiçbirimizin
yabancısı değil. Mağduriyetinin üzerinden birbirini boğazlayan arkadaşlarını
ayırırken sorduğu soru bu ülkenin onlarca yıldır süregelen kimlik sorunlarına
tokat gibi bir cevap niteliğindeydi. Dedi ki Hakkı:‘‘Siz ben oldunuz mu ki?’’
İşte bütün mesele bu. Birbirimizi anlayabilmek için
yapmamız gereken tek şeyin empati olduğunu idrak ettiğimiz gün belki azalır
acılarımız. Belki bir gün birbirimizi
gerçekten anlarız.
‘‘Alevi
Olduğumu Nereden Anladın?’’
diye sordu Hakkı.
‘‘Kokundan’’ dedi usta.
‘‘Ali gibi kokuyorsun da.
Ondan.’’
Birbirimize bu gözle bakmayalı ne
uzun zaman olmuş. Hakkı’nın Ali gibi koktuğunu kimse anlamamış, hep ‘‘çemen
kokuyorsun’’ demişler ona. Çok içerlemiş Hakkı. Hem çemeni çok sevmiş ve hem
üzülmüş’ ‘çemen kokuyorsun’’ dedikleri için. Oysa Hakkı çemen değil Ali
kokuyormuş kalu beladan beri. Kimse bilmemiş.
Hakkı Ali’den de, çemenden de hiç
vazgeçmemiş.
Kara
Lise’ye Bir Hezarfen Öğretmen
Hoşgelmiş Süleyman Öğretmen. Hümanist duruşu, tok sesi, şiir
sevgisi ile başımız gözümüz üstüne. Geçen sezon yolculadığımız Kenan Öğretmen gibi
o da devrimci. Belli ki Zehra Öğretmen’in ablası
Hatice ile acı bir mazileri var. ‘‘İlk aşkımdı Hatice’, dedi Süleyman Öğretmen,
Cahit Hoca’ya. Ala… Biz yarım kalmış hikayeleri
severiz Hoca’m.
Çayımızı, kahvemizi alır senin acını da çekeriz.
Ah
Memleketimin Her Rengi! Birlikte Ne Güzelsin!
O akşam, o sokakta ‘Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda’
diye bir ağızdan haykıran kimi komünist, kimi muhafazakâr adamların
samimiyetine ihtiyacımız var bizim.
Nazım’la, Necip Fazıl’ı aynı göğün altına
sığdıramayanlara inat, alnı secdeye değen şairlere Nazım Hikmet şiiri okutarak hoşgörü anıtı dikiyor senarist. Selam
duruyorum önünde. Bizim gönüllerimiz Tahir ile Zühre Meselesi’ni de, Bekleyen’i
de sinesine saracak kadar geniştir, bilmiyorsunuz.
Öğreneceksiniz fakat. Birlikte
öğreneceğiz. Şiirler, hikayeler, şarkılar ve türküler var oldukça birbirimizi
sevmeye devam edeceğiz.
Emek verenlerin gönlüne sağlık.