Çıkacağız yola hesap günü gelince

Bayram, hastalık derken bir süre ara vermek durumunda kaldığım Yedi Güzel Adam keyfine kaldığım yerden devam ettim bu hafta sonu. Seyredemediğim iki bölümü ilaç niyetine peş peşe aldım. Daha seyrederken ‘şunu da yazayım, bunu da ekleyeyim’ diye bir dolu not almışım baktım da. Çünkü Yedi Güzel Adam her cümlesi kenara not edilmesi lazım gelen bir dizi.

Geçtiğimiz haftayı Hasan Ali’nin dövüldüğü sahnede noktalamıştık. Bu hafta aynı yerden açıldı perde. Kerim’in gözü önünde Hasan Ali’yi tekme tokat dövenler meğer sol grup üyesi gençlermiş ve yanlış kişiye pusu kurmuşlar üstelik. Her şerde bir hayır varmış dedikleri bu olsa gerek ki Emine’yle Hasan Ali’nin arasındaki karlı dağlar iyice yıkıldı bu bölüm. Hasan Ali Emine için zülüflerini de kestirdi, değmeyin bundan sonra keyiflerine.

'Ya konuş bir kalbi ayağa kaldır, al da yırt yahut boş suretimi'

Beni görüp yüzün öte dönderme

Hastanede Handan Hoca’nın başını bekleyen Cahit ve Zehra’nın birbirlerinden böyle yüz çevirecek kadar mühim bir konuları olduğunu düşünmüyorum ben. Yani ortada öyle bir konu varsa bile bunu henüz hissedemedim. Handan Hoca’nın hastalığını sakladı diye Cahit’in Zehra’yı bunca suçlaması, Zehra’nın bir ‘bencil’ kelamına bu denli alınması garip geldi. Altında yatan başka bir neden mutlaka olmalı ki bu iki eski(meyen) aşık birbirlerinin pire kadar sözlerini deve yapıyorlar. Cahit Hoca artık Zehra’yla konuşsun ve geçmişte ne yaşandıysa o hesaplaşma bir yaşansın artık. Biz Türk seyircileri kavuşmuş aşıkların hikayelerinden ziyade kavuşamamış, yıllar sonra karşılaşmış ve hesaplaşmayı bekleyen aşıkların hikayelerini seviyoruz. Bu nedenle Erdem Bayazıt’a sonsuz bir saygı ve muhabbet besliyor ve fakat yine de Cahit Zehra’yı kıskansın, ona hesap sorsun, şiir okusun, eteğindeki taşlar her ne ise döksün istiyoruz ikisi de. Onlar birbirlerinden kaçtıkça araya koca bir Adnan uçurumu gelip yerleşiyor. Hem Maraş’ın başına bela, hem Zehra’nın peşine pervane bu adamın her köşe başından çıkması, her olayın içinde olması insanın sinirlerini bozuyor.  Sağdan soldan aldığı tüyolarla Zehra’yı etkilemeye çalışan ve bir kadının kalbine giden yolun ‘babasından’ geçtiğini ne yazık ki keşfetmiş olan Adnan, taş plaklarla, kahveyle, babasının görev yaptığı camiyi restore ettirme bahanesiyle Zehra’nın gözünde bir yer edindi bile kendine. Hele Kara Lise’nin duvarındaki bir Cahit Zarifoğlu şiiriyle Zehra’nın gözlerine bakarak ‘sevdiğim kolla beni’ diye kur yapması tam kafa atmalık bir hareketti. Ama ne yazık Cahit Hoca yoktu meydanda. Cahit Zarifoğlu hislerini bu denli gizlemeyi nasıl başarıyor bilmiyorum. Yıllarca sevdiği kadın okul bahçesinde, her köşe başında ne idüğü belirsiz bir adamla sohbet ederken gözü hiç mi görmüyor onu, sevdasının peşinden koşmak hiç mi aklına gelmiyor? Ya da belki de Cahit Hoca için aşk yalnız gönülde. Şiirde ve hecede. Bize de ancak onu okumak ve anlamak düşüyor.

Güler'in o güzel sesinden daha çok şarkı dinleriz dilerim.

Bir yıldız mı doğuyor?

Bu bölüm beni en çok etkileyen sahnelerden biri Güler’in yani Ecem Akyol’un o yumuşacık sesinden bize iki güzel şarkı dinlettiği bölümdü. Unutama Beni’yi de, Gesi Bağları’nı da öyle dokunaklı okudu ki nefes almadan izledim diyebilirim. Bu performans için ve hatta bir de ‘Anılar Defteri’ bestesi için Ecem Akyol’u kutlamak isterim. Güler’in dolaylı yoldan gitara sahip olarak sık sık bize güzel sesinden şarkılar dinletmesi dizinin ‘cansuyu’ oldu bir bakıma. Böyle bir renk, böyle bir hoşluk gerekliydi. Cevat’ın Arkadaş’ı okuduğu bölüm de yine sosyal medyada çok konuşulmuş ve olumlu tepkiler almıştı. Diliyorum bu güzelliklerden sık sık nasipleniriz.

 'Her okula bir Erdem Hoca' kampanyası başlatılmalı.

Kara Lise’den Erdem Hoca geçti!

Belki de geri dönecek, bilmiyorum. Ama bir öğretmenin, hele hele idealist ve öğrencilerine aşık bir öğretmenin sınıftan, okuldan, o çocuklardan mahrum edilmesi kadar ağır bir ceza yoktur diye tahmin ediyorum. Müdür dediğini yaptırıp Erdem’i okuldan uzaklaştırmayı başardı. Her ne kadar Erdem Bayazıt’ın kütüphane müdürü olarak atanmış olmasından rahatsızlık duysa da yine de artık okulda ‘yasak kitap’ dağıtacak kimse olmadığı için keyfi yerindeydi. Erdem Hoca’nın gitmeden evvel Müdür’e bir güzel atarlanması içimizi soğuttu. ‘‘Benim amirim olabilirsiniz ama sahibim değilsiniz’’ derken bunu amirine, müdürüne hiç söyleyememiş bir neslin evlatları olarak gözbebeklerimize kadar güldük mutluluktan. Ta ki Erdem Bayazıt okul kapısında görünene kadar. Gözleri dolu dolu ve başı dimdik çıktığı o kapıda ardında ‘iyi’leştirdiği onlarca hayat bırakarak veda etti Erdem Hoca Kara Lise’ye. Hem öğretmen, hem abi, hem baba, hem arkadaş olduğu öğrencilerini yetim bırakarak. Sisteme sevdikleri için boyun eğerek ve giderken bile tüm zorda kalanların müşkülünü halletmek suretiyle şartlar öne sürerek... Hep söylüyorum, şu ülkede her okulda bir Erdem Bayazıt olsa bir nesil kurtulur, bir ülke kurtulur dolayısıyla.

Erdem Hoca’yı kendi şiiriyle, kimi sağ, kimi sol yumruğunu havaya kaldırarak uğurladı öğrencileri. Maraş’a ve Kara Lise’ye doğacak güneşin müjdecisi gibi sözlerle, dediler ki:

‘‘Çıkacağız yola

Hesap günü gelince

Yağmur yüzümüze değince

Güneş bir mızrak boyu yükselince.

Çıkacağız yola.’’

 

Emek veren herkesin gönlüne sağlık.


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER