Dönemin Maraş’ta başlayıp bütün
ülkeyi saran yangınına çeyrek kala Yedi
Güzel Adam’da sular ısınmaya
devam ediyor. O günleri bire bir yaşayıp hissetmemiz amacıyla mı olaylar bu denli
ağır ilerliyor bilmiyorum fakat diziyi böylesine seven ve takip eden bir seyirci
olarak hikayenin yavaş ilerlediği eleştirisini bir kenara not düşmek istiyorum.
Her hafta sinema filmi tadında ve uzunluğunda bir senaryo ortaya çıkarmak
elbette çok zor, bunun farkındayım. Dizinin geç saatlerde yayınlanmasının da
böyle hissetmemizde büyük rolü var diye düşünüyorum. Elbette bizi şiir ve
edebiyata doyuran Yedi Güzel Adam’ın
her haliyle başımızın üstünde yeri var. Fakat hikayeye konsantre olmamız açısından
bu detayları iletmenin doğru olacağını düşündüm.
Gelelim dizinin bu haftaki
bölümüne…
Yine de küsme Merve, ülkeye, hayata, kaderine...
Müdür Bey’e saldıran grubun
içinde olmadığı halde tesadüfen oradan geçtiği için olay, bahtsız Cevat’ın
üzerine kaldı. Cevat’a ulaşamayan Müdür, suçsuz olduklarını bildikleri halde Cevat’ın
iki arkadaşını polise ihbar etti. Gencecik çocuklar böyle böyle işkenceyle
tanıştılar demek. Birilerinin hazımsızlıklarına, iftirasına böyle kurban edildiler.
Müdür bütün bölüm boyunca düşündü aynı koltukta. Bu bölüm ‘En büyük devrim’
etiketiyle yayınlanan dizideki en gerçek devrim Müdür Bey’in vicdan
mekanizmasını ‘kısmen’ çalıştırmasıydı. Zehra Hoca’nın eşliğinde Merve’nin
suçsuz olduğunu söylemek için karakola gitti. Müdür’ün geç gelen insafı Merve’yi
işkenceden kurtarmaya yetmedi ne yazık. Öğrencisini kan revan içinde gören iki
eğitimcinin bu duruma tepkileri ne olacak bunu haftaya göreceğiz.
Aşk'ı isminin baş harfleri ACZ tutan bir şairden daha iyi kim anlatabilir?
Yedi Güzel Adam’da
bugüne kadar şahidi olduğum en güzel sahne Cahit Zarifoğlu’nun sınıfta
öğrencileriyle aşk ve şiir üzerine yaptığı konuşmadır. Olaylara bir şairin
cümlesinden bakabildiğimiz için seviyoruz sanırım bu diziyi biraz da. Şiirleri
her yerde bulabilmek mümkün fakat bir şairin aşk üzere yaptığı sohbeti dinlemek
-canlandırma bile olsa- insana ayrı keyif veriyor. Bugünün moda tavrı olan ‘ülkeye
küsmek’ konusunu Cemal Süreya’nın yedi yaşında başlayan sürgün hayatından yola
çıkarak anlatan Cahit Hoca, yaşadığı onca sıkıntıya rağmen Cemal Süreya’nın
asla ülkeye küsmediğini ve bu toprakların en büyük ‘aşk’ şairlerinden biri olarak
adını edebiyat tarihine yazdırdığını söyledi. Hakkı’nın ‘‘Ne yani, biz de mi
aşkla saralım yaralarımızı?’’ diye bu fikirle alay etmesi üzerine o kulaklara
küpe edilesi cümle döküldü Cahit Zarifoğlu’nun dudaklarından:
‘‘Aşkı hafife alma Hakkı!
Sevgisizliğin dayatıldığı coğrafyalarda aşk şiiri yazmak bile başlı başına bir
baş kaldırmaktır.’’
Ne doğru bir cümle. Kim bu fikre
yalan diyebilir? Sevmenin ayıp sayıldığı toplumlarda misal Neşet olup ‘‘gönülden gönüle gider yol gizli gizli’’
diyebilmek kolay mı? Elbette değil. O yüzden bir tane Neşet Ertaş’ımız var. Bir
tane Nazım Hikmet’imiz, bir tane Abdurrahim Karakoç’umuz var. Sevgisizliğin
dayatıldığı dönemlerde bu topraklardan ne kadar devrimci yürekli şair çıkabilirse
ancak o kadar ‘aşk’ üzere konuşan kalemimiz var. Dünya döndükçe var olacaklar.
Seyrettikçe insan olabilmenin
inceliklerine vakıf olduğumuz Yedi Güzel Adam’da
bizi haftaya bol aksiyonlu ve fitilin ateşlendiği bir bölüm bekliyor.
Emek veren herkesin eline sağlık.