Cebindeki mor çiçekten tanıyacak kız seni pastanede bak ona göre! Bir muhallebi yer dönersiniz...
Diziyi izlerken hep bir sonraki sahne için ipucu toplamaya çalışan beynim, birkaç bölümdür uykudaydı bu bölüm alarm çalmış gibi zınk uyanıverdi. Önce Eymen’in daracık pantolonu ve bu daracık pantolonla bir hayli uyumsuz tam arkasına basılmalık sivri burun kunduramsı ayakkabıları ve bütün bu konsepte yine bir o kadar zıt Clark Kent gözlükleri ile üstünde durduğu “elastikiyet” kavramı ile bir sinyal yakaladım havada. Sonra nakış ustası ile yapılan “Ben tekim!” konuşması parçaları o an hemen için birleştiremesem de cılız cılız bağlanmaya başladı birbirine.

Kötülerin en karizmatiği sevgili Deniz Tranba aşağılayıcı ama bir o kadar da kurtarıcı teklifini yaptığında, bu teklifin boşuna ortaya atılmadığını içten içe hepimiz biliyorduk. Her ne kadar Ömer’i sanki Sinan gibi kırk yıldır tanıyormuşçasına “Ömer böyle bir şeyi asla kabul etmez!” diye böbürlensek de bir yanımız da tereddütte kaldı kabul edin. Çünkü bu teklifin onaylanacak oluşu da aslında tam da Ömer’in üretim gezisi sırasında sinyallerini yayarak hava sahamıza girmişti. 

Ömer’in sorumluluğunu taşıdığı insanlar vardı ve bu insanlar arasında bebek bekleyenler vardı, okul masrafı yetirmeye çalışanlar ve hatta düğün hazırlığında olanlar. “Ben gururlu adamım, şahsımı ayaklar altına aldırmam!” diye kestirip atmak “başını vicdan yastığına koyan” bir insan için katlanılması zor bir sınav olurdu. Yani anlayacağınız Ömer’in içi kan ağlaya ağlaya o 123 insan için Tranba’nın teklifini kabul edişi aslında tam da ona yakışan bir hareketti. Söylemeden de geçemeyeceğim o çeyizci kızı takdir ettim. Şahsen Ömer İplikçi gelip bana “Çeyizinde eksik gedik var mı?” demiş olsaydı “Var, en son alınacak bir sen kaldın Ömer’im İplikçi’m” derdim. Söyleyeceklerim bu kadar…


Ruh halim: Çalışanların giydiği Ranini turuncusu işçi tulumu...

Allah affetsin, bir gün İso vakasını atlatınca bunu söyleyeceğimi biliyordum (bu dizi bana neler yaptı :( ) ama Sinan’ın da keşke Yasemin’i olsaydı yanında diye suçlulukla arzu etmekten geri duramadım. Yazık garibim Sinan (galiba Sinan’ı sevmeye başlamışım ben), şirketi gözünün önünde yerle bir olurken bir de tonla Yasemin tribi çekti. Kız da haksız değildi şimdi Allah için. Birkaç tatlı DefÖm sahnesi bize belki geçmiş bölümü unutturmaya yüz tutmuş olabilir. 

Ama Sinan’ın Yasemin’e haksız yere atarlanışını unutmadım ben ve bunu sürdürmekteki ısrarcı hallerini alıp duvardan duvara çarpasım geldi. Açıkçası başlarda beni bir hayli gıcık eden bu SinYas ilişkisi, tatlı tatlı atışmaları vesilesiyle katlanabileceğim kıvama da geldi bir yandan çok şükür. Şu an için bu ikili adına tek dileğim Sude tarafından basılmamaları. Malum kan, cinayet, entrika gırla olacak romantik-komedi olan dizimiz her an polisiyeye bağlayabilir aman ağzımdan yel alsın…


Yasemin: Allah'ım al şu şeytanı başımdan üfff!

Sude, Sude, Sude… Öncelikle ileriki hayatın için sana yaşımdan büyük bir nasihat vereyim. Kış günü o göbeğin niye sürekli açık senin? Çocuğun olmayacak bak ben sana söyleyeyim. Kışın atlet giymeyen insana daha yeni yeni alışmaya başlamıştım ki bir de bu göbek açık şeyler (bilmiyorum, ne deniyor onlara?) moda oldu. Allah affetsin ben öyle giyinip dışarı çıksam zaten eve dönebileceğim meçhul (direk acile) de hadi oldu donarak ölmeden eve döndüm diyelim annemin bana yapacağı işkenceler konusunda hayal gücüm şu an haka dansı yapıyor… Her neyse babaannemsi nasihatimi de verdiğime göre Sude ile ilgili değinmek istediğim diğer iki noktaya geçebilirim. Birincisi tabii ki de kendisini saçlarından tutup yollarda sürüklemek istememe sebebiyet veren Passionis’ten arda kalabilecek olanları, bakınız dikkatinizi çekerim gelecek zamanın ihtimali, toplamaya başlamış olması. İkincisi de Eymen’e hissetmeye başladığı duyguları…

Sude’nin kendisini iş dünyasında ispat etmeye çalışması, içinde fokur fokur kaynayan onu gıcık eden ailesine yapmak istediği kötülüklere takılmış bayağı bir maske sadece. Eymen ile yemek yedikleri sahnede aslında fark ettim ki Sude’yi kimse tam anlamıyla dinlememiş bu vakte kadar. Dinlenilmeye ve anlaşılmaya bir hayli muhtaç gibi geldi kendisi. Tabii yine de bu sadakatsizliği için geçerli bir sebep değil. Kusura bakma ama Sude haksız olduğunun az çok sen de farkındasın artık. Eymen yüzüne yüzüne vurunca birden sana bir bunaltılar basıyor ama olacak ben inanıyorum. Aynı İso’nun Yasemin’i değiştirdiği gibi Eymen de Sude’yi iyileştirecek. Ben bu çifti çok sevdim, birbirlerine çok yakıştılar. Hele Eymen’in Hulusi Dede ile tanışmaya gelişi hanesine baya bir artı puan olarak geri döndü. Yalnız her güzellikte olduğu gibi bu tatlışlıkta da bir kusur var: Eymen’in aşırı bayık lafları. İçim resmen 86 kere bayılıyor da bir sonraki sahneye zor ayılıyor. Sude hoşlanıyor ama herhalde bu bayıklıktan, onun için katlanacağız artık ne yapalım. Bunun haricinde zaten bu çifti shiplememem için hiçbir sebebim yok. Allah tamamına erdirsin tez vakitte de, şu dedecik de torunlarından birinin bir düğününü görsün dünya gözüyle…

Ay dünya gözü dedim de aklıma Koray geldi (ne alaka?), iyi ki geldi. Minnoşum benim, çok seviyorum demiş miydim? İnsanın korktuğu şey başına gelirmiş ya hani o hesap adamın hayattaki tek korkusu fakirlik o da başına geliyordu az kalsın. Passionis için aniden giriverdiği Teşvikiye Yas modu şu ana kadar Koray’ın en çok güldüğüm şeyiydi herhalde. Resmen krize girdim, çıkamadım. Ömer nasıl gülmüyor hareketlerine bir türlü anlam veremiyorum. Sinan gene bir nebze de olsa daha yumuşak Koray’a karşı ama Ömer resmen Defne’nin dediği gibi büst misali sürekli. Ben olsam Koray’a çok gülerdim. Keşke Passionis’in konsept danışmanı falan ben olsaydım, sürekli Koray ile takılırdım. Adam insanın hayat enerjisini yükseltiyor resmen, canım benim ya iyi ki var…  

Yazı devam ediyor..


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER