Biz pek parti ve eğlence sahnelerini beceremeyen bir
milletiz. Bar sahnelerinde bile mırıldanarak konuşan insanlara şaşırmakla
meşgul oluruz. Aaa o ses duyuluyor muymuş? E peki biz neden eğlence
mekanlarında birine sesimizi duyurmak için kafamıza hoparlör takılmış gibi
bağırıyoruz? NE DEDİN? DUYAMADIM?
Şaka bir yana, Karagül düğün atmosferini sağlam kotardı.
Fakat eksiklikleri de görmezden gelemeyiz. Her daim bana ''Bu insanların hiç mi
akrabası yok'' yahu dedirten konak halkı sahiden de yalnızmış. Sadece dedikodu
tayfası görev başındaydı ve biz onların akraba mı yoksa komşu mu olduğundan
bile emin değildik. Ya konak halkı? Hepsi Melek'i yalnız bıraktı. Evet düğün
yersiz, evet Melek gönülsüz... Ama kuaföre bile yalnız mı gitmeliydi? Ya da
kızlar ve Ebru hiç değilse bir elbise giymemeli miydi? Bir kazak ve pantolonla,
ve hatta çizmeyle, düğüne gelinmesi gözümü tırmaladı.
Kefen de böyle işte, beyaz ve ince...
Düğünlerin demirbaşı nedir? Elbette ki sahneye çıkıp balon
kovalayan çocuklar, çocuklarımız... Orkestra şefi tiz sesiyle ''Çocuklarımızı
sahneden alalım'' der ve biz bunu her düğünde yaşarız. Kırmızı kuşak âdeti, halay
ekibi ve Melek'in gözlerinden taşan acı ise, elbette ki detayları unutmamıza
yetti. Her hafta bir başka oyuncunun içtenliğine hayran olmak zorunda mıyım?
Bu hafta Sibel, Ayşe ve Asım gibi karakterlerden uzak
kaldık. Karagül'ün castı kalabalık, acısı ise iri taneli olduğu için buna şaşırmadık.
Onları uzun süre özlemeyeceğimizden eminim. Zira Karagül evreninde herkes bir
gün 15 dakikalığına keder sahibi olacak. Acısını çeken çıksın, Kendal
geriliyor!
Nispeten sakin, ama derinliği kendinden emin bir bölümün
sonuna geldik. Fragmanı izledim ve yine çok ama çok merak ettim. Bu heyecanı
buraya taşıyan herkesin eline, yüreğine, nefesine sağlık. Ne demiştik en başta?
Her şeyi anlamamız mı gerekir? Gerekmez belki ama, her şeyi anlıyoruz. Ve bu
bizi öldürecek.
Güzel günler.