Yaklaşık iki ay ve toplam 10 bölümden sonra Muhteşem Yüzyıl
Kösem en sonunda toparlanıp rayına oturmaya başladı gibi görünüyor. Geçtiğimiz
hafta ekrana gelen 9. bölümüyle senaryodaki ve karakterlerdeki “oturuşma” zaten
ufak ufak kendisini hissettirmeye başlamıştı. Bundan sonraki bölümlerde de dizinin
selameti için hiç bozmadan aynı şekilde devam etmesi yönündeki dileklerimizi
dile getirmiştik. Şükür ki 10. bölüm de selefinin izinden giden ve entrika
karnavalı olmak yerine işi biraz daha ağırdan alarak karakterlerin hikayelerine
yoğunlaşan ikinci “oturaklı” Kösem bölümü oldu. Uzun vadede kesinlikle dizinin
hayrına olacak hamleler bunlar elbette ama bu “toparlanmanın” seyirci bazında
ne derece farkedildiği ve karşılık bulduğu da bir o kadar önemli tabii.
Ben Kösem...Geliyorum...Tarihe adımı yazdırmaya, cihana nam salmaya, sarayı başlarına yıkma...Kız dur, kapılardan sığamadım. Niye böyle oldu kız Cennet? A aaaaa...Kapı da beni tekmeledi ayol...
Bölümün fragmanları internette ve Star TV ekranlarında
dönmeye başladığında duayen oyuncu Cihan Ünal’ı bütün haşmeti ve ağırlığıyla
Kuyucu Murad Paşa rolünde karşısında gören zavallı erkek seyirciler olarak bir
an fazladan heyecan yapmış olsak da aslında yine bol bol kadın entrikası ve
çekişmesi izlediğimiz, yine kadın seyirciye daha fazla hitap eden bir bölüm
oldu 10. bölüm. Bir taraftan büyük bir sevinçle babasını kurtaracağını
düşünürken kollarında zalim bir şekilde can vermesini izlemek zorunda kalan
Kösem’in bütün hiddetiyle Safiye Sultan ve eşrafına savaş açmasını, diğer
yandan tabii ki de eli armut toplamayacak olan Safiye Sultan’ın da Kösem’in
başına yeni yeni cariyeler getirip işini sağlama alma çabalarını izledik. İşin
içine Eski Saray’a sürgüne gönderilen Handan Sultan’ın akıbeti ve Safiye
Sultan’ın sırlarını açığa çıkarmak için Kösem’e yanaşıp tüyolar veren fitnenin
başı Halime Sultan da girince hemen her sahnede neredeyse metre kare başına
düşen en az beş kadın oyuncunun arasında oradan oraya savrulduk desek, abartılı
bir yorum olmaz sanırım.

O cariyeler ki dillere destan Osmanlı eğlencelerinde illâ ki dört kişi olarak dans ederler. Ne bir eksik, ne bir fazla. Bir tane efendi, üç tane de çırak. Topkapı'nın Sith'leri bunlar ^^
Şahsım adına bir noktadan sonra ekranda kadın görmekten
bıkmış bir hale geldim ne yalan söyleyeyim. Bütününe baktığımız zaman güzel bir
bölüm olsa bile yola başlarken “bu sefer erkek seyirciyi de avucuna alacak çok
güçlü bir dünyası var” denilen bir yapımın bu derece “kadınlar hamamı”na
döndürülmesi üzerine biraz ciddi şekilde düşünülmesi gerektiği kanaatindeyim.
Evet, dönem adı üstünde “Kadınlar Saltanatı” dönemi ancak 120 dakikanın 115
dakikasını da full kadın entrikasıyla doldurduğunuz zaman ortada erkeklere
hitap edecek hiçbir şey kalmıyor. Şu haliyle Muhteşem Yüzyıl Kösem tam
anlamıyla altın gününe dönmüş durumda. Sadece 10. bölüm için söylemiyorum bunu,
daha önce bir-iki kere daha gördük aynı şeyi. Sanki dizinin hiç erkek seyircisi
yokmuş gibi davranılıyor bazı bölümlerde.

Ah güzelim, sen daha haremde yenisin, bilmezsin. Topkapı Sarayı'na getirilen biz cariyelere her şeyden önce "en iyi nasıl şirret olunur" dersleri verirler. Öyle dil öğrenmekmiş, saray adabı öğrenmekmiş, enstrüman çalmayı öğrenmekmiş, hiç işimiz olmaz. En iyi nasıl erkek kavgası edilir, saç baş en güzel nasıl yolunur, rakibelere laf en güzel nasıl sokulur, hep bunları öğretiyorlar bize. Harem değil genelev Allah seni inandırsın. Ara ki tarihi gerçeklik bulasın. Erkekler de Kurtlar Vadisi izlesin, çok da fifi. Hahahahaaaayyyt ^^
Ülkemizde üretilen neredeyse bütün yapımların en nihayetinde
birer “pembe dizi” olduklarını düşününce çok da yadırgamamak lazım elbette bu
tercihleri ama işin içinde “tarihi gerçekliklere dayalı” olma iddiası da olan
Muhteşem Yüzyıl gibi bir tarihi dönem dizisi olunca yapım ekibinin de biraz
kendilerini frenlemesi ve dengeyi iyi tutturması gerektiğini düşünüyorum. Erkek seyirciler olarak kadın entrikaları ve tarihi detayların en azından ilk dizide olduğu gibi daha dengeli bir şekilde harmanlanarak sunulmasını beklemek sanıyorum ki hakkımız. 10
bölüm geride kaldı. Artık sadede gelelim ve biraz daha az kurgusal “kadın kavgası” çok daha fazla gerçek
olaylara dayalı “siyasi / tarihi” kurgular görelim mümkünse.
10. bölümün gizli bir başrol oyuncusu vardı bu arada.
Normalde olaylar resmi başrol karakterleri olan Ahmet, Kösem, Safiye Sultan,
Handan Sultan, Derviş Ağa karakterleri arasında geçiyor olsa da 10. bölümü çoğu
sahnede sırtlayan ve bölümün kilidini elinde tutan isim Cennet Kalfa rolüyle
Esra Dermancıoğlu oldu. 5. bölümle ilgili yazıp çizerken yardımcı karakterler
hakkıyla işlenmediği için Zülfikar Ağa, Cennet Kalfa, Bülbül Ağa vs. gibi
karakterleri neden Mete Horozoğlu, Esra Dermancıoğlu ve Nadir Sarıbacak gibi
büyük isimlerin canlandırdığını hâlâ anlayamadığımızı yazmıştım. Cennet Kalfa
karakterindeki canlanmayla birlikte Esra Dermancıoğlu son haftalarda zaten
yavaş yavaş daha fazla ön plana çıkar olmuştu. Bu hafta spotlar tamamen onun
üstündeydi. Güzel yazılmış bir karakteri iyi bir performansla izlemek her zaman
büyük keyif verir. Esra Dermancıoğlu da yakılarak deforme edilen yüzü nedeniyle
gençliğinin en güzel yılları harcanıp gitmiş olan Cennet Kalfa’nın dramını ve
öğrendiği gerçekler eşliğinde yıkılan dünyasını son derece keyif verici bir
şekilde izletti bizlere.

Ayna ayna söyle bana, yüzü yaralı olduğu halde benden daha işvelisi var mı şu sarayda? Halime denen zilli sultan oldum diye sevineceğine deli oğlunun derdine düşsün. İçimin yağları eridi valla.
Yalnız burada senaryo ekibinin yine kolaya kaçtığını ve tıpkı
iki bölüm önce Halime Sultan karakterinde yaptıkları gibi yine kendi
yarattıkları “zeki” karaktere ihanet edercesine davrandığını da not düşmek
lazım. Açıkçası Cennet Kalfa’nın yüzündeki yaranın kimin emriyle açıldığını ve
gerçeğin kendisinden yıllardan beri kim tarafından saklandığını öğrendikten
sonra anlatılanlara hemen inanmamasını, Kösem Hatun’un pekâlâ ki kendisine
yalan söyleyebileceğini ve Safiye Sultan’a karşı döndürmek için mahsus böyle
bir şeyi tezgahlayabileceğini düşünerek şüphe etmesini, bu kadar kolay yem
olmamasını isterdik. Bunun yerine Cennet Kalfa kendisine söylenenlere, hem de yarı
düşmanı konumunda olan Kösem’in söylediklerine sorgusuz sualsiz, hemen inanmayı
tercih etti. Evet, senaryo son iki bölümdür toparlandı ve gecikmeli de olsa
rayına oturmaya başladı diyoruz ama bu demek değil ki tamamen “oldu”. Hayır
olmadı ve işte bu iki örnek gibi örnekler de inandırıcılık ve gerçeklik adına
hâlâ üzerine çalışılması, ivedilikle düzeltilmesi gereken detaylar.