Hap koydum hap koydum, içine de hap koydum. Cariyemin adını "Korkunç Katarina" koydum...Aman fazla frikik vermeyeyim Katarina, hamamdaki Sultan Ahmet olayım derken hamamdaki İbrahim Tatlıses olurum valla, internete düşerim maazallah ^^
Bölümün öne çıkan bir diğer yardımcı oyuncusu da Mete Horozoğlu’ydu. Yeniçeri Ağası Zülfikar olarak Muhteşem Yüzyıl Kösem yolculuğuna başlayan Horozoğlu, karakteri şimdiye kadar çoğunlukla arka planda tutulduktan sonra padişahın Has odabaşı yapılarak entrikanın tam kalbine getirildi ve ekranda daha fazla görünme şansına kavuştu. Bundan sonra da aynı şekilde devam edecektir. Açıkçası Sultan Ahmet geçtiğimiz bölümlerde kendisini daha fazla yanında görmek istediğini söylediği zaman sarayda kendisine uygun o kadar pozisyon varken Zülfikar Ağa’nın Has odabaşı yapılarak hareme alınacağı aklımızın ucundan geçmezdi. Anlaşılan Zülfikar Ağa’nın aklının ucundan da geçmiyormuş ki erkeklerin oyun alanı asker ocağından hatunların oyun alanı haremin göbeğine düşüverince sudan çıkmış balık gibi ne yapacağını bilemez bir şekilde ortalarda dolanmasını, sarayın kuralları ve kaidelerini yadırgamasını keyifle izledik.


Arkadaş, nasıl saray böyle bu? Kimsenin görevlileri salladığı yok. Nizam, kaide, hürmet hak getire...Bizim Acemi Oğlanlar bile bunlardan daha fazla edep adap biliyordu yav. Hanedanın çivisi çıkmış yeminle.

Üstelik işe bakın ki seyirciler olarak bizlerin yeni dizinin başından beri fark edip çokça dile getirdiğimiz şeyi, yani ilk Muhteşem Yüzyıl’ın aksine kuralı kaidesi, ağırlığı ve nizamı kalmamış “Saldım Çayıra Mevlam Kayıra” saray ortamını, daha ilk akşamından dile getirip (böyle de olmaz ki ama !!!) gönlümüzü ekstradan çaldı. İlk diziden Kösem’e koskoca Topkapı Sarayı’nın yolgeçen hanına dönmesine mi hayıflansak yoksa senaryo ekibinin Zülfikar Ağa aracılığıyla biz seyircilere göz kırpmasına ve “farkındayız” demesine mi gülümsesek bilemedim.

Eh, madem durumun farkındalar, sarayın kuralları ve nizamı için artık gereken düzeltmeleri görürüz inşallah. Örneğin Valide Sultanların dairelerine tekmelerle giren ve bunun padişahın kulağına bile gitmediği, buna cüret eden cariyelerin ceza dahi almadan ortalıkta fink atabildiği fantastik bir sarayı daha fazla görmeyiz umarım diyelim. Zülfikar Ağa içinse bundan sonrası için tek dileğimiz, daha önce Malkoçoğlu Bali Bey karakterinde Burak Özçivit’e yapıldığı gibi padişahın Has odabaşı yapılınca askerlik vasıflarından tamamen arındırılıp haremin aşk meşk işlerine bulaştırılarak harcanmaması elbette ki. Mete Horozoğlu’nu kadın çekişmeleri arasında harcanan bir performansla izlemek istemeyiz açıkçası.


Bak beni deli etmeyin, atarım kavuğunu kaftanını, takarım yine sorgucumu, kuşanırım kılıcımı. Allah yarattı demem kılıçtan geçiririm hepinizi. Askerim olm ben, asker. Gelemem kadın dırdırına, halvet kavgasına. Adam gibi durun durduğunuz yerde, dinden imandan çıkarmayın beni.

10. bölümün en büyük sürprizi ise en başta da belirttiğim isim yani Cihan Ünal’dı. Kariyerinde daha önce yine bir “Kösem Sultan” dönemi karakteri olan Sultan 4. Murat’ı canlandırmışlığı olan duayen oyuncu, işe bakın ki bu sefer de aynı dönemin en tartışmalı isimlerinden Kuyucu Murad Paşa olarak çıktı karşımıza. Ekranda göründüğü ilk andan itibaren duruşu, diksiyonu ve ağırlığıyla Muhteşem Yüzyıl Kösem’in sıkıntısını çokça çektiği “gerçek Osmanlı” tadını hemen verdi ve hemen favorilerimiz arasına giriverdi. Böylesi usta bir ismi dizinin kadrosunda izleyecek olmak gerçekten heyecan verici.

İlk bölüm girizgâhtı, kendisini henüz doyasıya göremedik ama karakterin tarih sahnesine adını “kanlı” harflerle yazdırmasına sebep olan Celali İsyanları şiddetlendikçe ve bu isyanları bastırmak için kullandığı yöntemler de bir o kadar şiddetlenmeye başladıkça Cihan Ünal’ı seyretmeye doyarız diye tahmin ediyorum. Tabii burada TIMS Productions’ın ve Star TV’nin ne kadar cesur davranabileceği, RTÜK’ün kılıcının yapım ekibinin üstünde ne kadar ağırlıkla sallandırılacağı da karakterin hikayesi adına çok temel bir belirleyici unsur olacak. Zira son derece sadist, kullandığı yöntemler oldukça tartışmalı ve Anadolu halkları tarafından pek de hoş hatırlanmayan bir tarihi kişilik Kuyucu Murad Paşa. Dizinin ne kadarını göstermeye cesaret edebileceğini, karakterin hakkını verip veremeyeceklerini ilerleyen haftalarda göreceğiz.


Hıyaaaaaaaa...Ben burada kendimi paralıyorum, onlar RTÜK korkusundan internette bile biçilmiş eli buzlamalı gösteriyorlar. Bu yaşlı delinin katliamlarını nasıl gösterecekler ya? Zaten masadaki o maket el de benim değil. Dev eli gibi o abicim, hiç benim olur mu? Ziyan oldum ziyaaaaannn.

Kuyucu Murad Paşa ve Cihan Ünal’ın diziye dahil oluşuyla ilgili eleştireceğimiz tek ve en önemli nokta, tahminen dünya televizyon tarihinin “en kötü” dövüş sahnesi olarak nitelense abartılı olmayacak o facia dövüş sahnesiydi. Getirilen eleştirilerden sonra Kösem’de bu tür sahnelere dikkat ederek ve özenerek çektiklerini, aksiyon sahnelerinin bütün ambiyansını ve tadını mahveden o gereksiz slow motion kullanımından kaçındıklarını görüyorduk ne güzel haftalardır. Ancak dün akşam tanık olduğumuz Kuyucu Murad Paşa vs. Hırsız kapışması “uyduruklukta” ilk dizininkiler de dahil olmak üzere bütün aksiyon sahnelerindeki baştan savmalığı solda sıfır bıraktı.

Tamam, 70 yaşındaki Cihan Ünal’a karate yaptırsınlar demiyoruz elbette ki ama çekilen şeyi sanki gerçekten o kadar aksiyonluymuş ve “gerçekten dövüşülmüş gibi” gösterebilecek hareketli omuz kamerası kullanımı ya da kurgu masasında yapılacak hilelerle çok daha dinamik, aksiyonlu ve “gerçekçi” göstermek dünyanın en zor işi olmasa gerek. İşin büyüsü de burada değil mi zaten: “Seyirciyi kandırmak”... Seyirciyi “olumlu anlamda” kandırabilecek aksiyon sahneleri hakkıyla çekilmediği sürece böyle şeyleri çekmekte inat etmeye gerek yok bence. Zaaf ve yetersizlik ilanı olarak algılanabilecek bu tür yüklerin altına girilince hedeflenen etkinin tam tersini yaratma durumu oluşabiliyor maalesef. Çarpıcı olması planlanan şeyin komik olması herhalde ki işin altında imzası olan herkesin isteyeceği son şeydir.


Uyyyy...Bre zındık...Alnımın çatından vurdun, kalbimi kırdın.

Evet, Muhteşem Yüzyıl Kösem nihayet toparlandı dedik. Biraz uzun sürdü, şanslıydı ki kendisinden vazgeçmeyen, ne olursa olsun bir şans daha vermeye devam eden sadık bir izleyici kitlesi de vardı. Daha hâlâ düzeltilmesi gereken şeyler var ama nihayet doğru yola girildi ya, önemli olan o artık. Umarız dizinin sadık izleyici kitlesi haricinde kalan genel geçer seyirci de bu durumun farkına varabilir ve diziye buna göre tepki vermeye başlayabilir. Sosyal medyaya baktığımızda bunun için biraz daha zaman olduğunu görüyoruz.


1605-1606 Sonbahar - Kış Zindan Saçı modası. Ne yapsam kendimi beğendiremedim bu milenyum seyircilerine. Ömrümü yediler.

5. bölümle ilgili yazarken “Kösem maalesef artık yara alan bir dizi ve bundan sonra seyircinin gözünde kıymete binmesi belli ki biraz zor olacak” demiştim. Dizide son haftalarda uzun süreden beri beklenen düzelmeler kendini göstermiş ve dizi ilerlemesi gereken doğrultuya girmiş olmasına rağmen sosyal medyaya baktığımız zaman gerçekten de hâlâ bir toplu histeri hali göze çarpıyor. Kendisinden beklentiler bu kadar yüksek olan, efsane bir yapımın devamı olduğu için dizinin başlardaki olmamışlıkları ve reyting rakamları haftalar boyunca o kadar çok dillere pelesenk oldu ve hikayenin önüne geçti ki büyükçe bir kitle artık diziyi gerçekten objektif bir gözle izlemeyi bırakıp devamlı felaket tellallığı yapmaya odaklanmış, devamlı olumsuzlukları görmenin peşine düşmüş gibi görünüyor. Diziye olan inançlarını hepten yitirmiş gibiler. O sözleri yazarken söylemek istediğim tam da buydu işte. Bir noktaya kadar anlaşılabilir bir tepki ve bu tepkilerin oluşmasına sebep veren hataları gidermek ve diziyi tekrar “kıymete bindirmek” de yine yapım ekibinin işi elbet. Ancak seyircinin de artık biraz daha “insaflı” olması ve diziye iyisiyle-kötüsüyle eşit mesafede yaklaşması gerektiği kanısındayım. 


Beni tanıdınız mı len Muhteşem Yüzyılcılar?? Ben ilk dizide Süleymaniye Camii'nin yazılarını işlerken gözlerini kaybeden hat ustasıyım. Mimar Sinan Sultan Süleyman'dan aldığı izinle caminin anahtarını bana vermişti. Yaaaaa...Ne sandınız?? Kuru kuruya eleştirmek olmaz öyle, acık dersinizi çalışın bakayım ^^

Olabildiği kadar çok seyirciyi kazanmak hâlâ mümkün. Yeter ki istenilen verilsin. Mesela o yüzden hazır yeri gelmişken ben de herkesin merak ettiği bir şeyi sorarak bu haftaki yazımı bitireyim : Kedi Elizabeth yıllardır ortalarda görünmüyor. Öldü mü kaldı mı? Nerelerde? Safiye Sultan’ın saraydaki insanlardan bile daha çok değer verdiği kedi sırf tek bir bölümde görünsün diye mi kiralanmıştı? ^^
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER