Bölümün öne çıkan bir diğer yardımcı oyuncusu da Mete
Horozoğlu’ydu. Yeniçeri Ağası Zülfikar olarak Muhteşem Yüzyıl Kösem yolculuğuna
başlayan Horozoğlu, karakteri şimdiye kadar çoğunlukla arka planda tutulduktan
sonra padişahın Has odabaşı yapılarak entrikanın tam kalbine getirildi ve ekranda
daha fazla görünme şansına kavuştu. Bundan sonra da aynı şekilde devam
edecektir. Açıkçası Sultan Ahmet geçtiğimiz bölümlerde kendisini daha fazla yanında
görmek istediğini söylediği zaman sarayda kendisine uygun o kadar pozisyon
varken Zülfikar Ağa’nın Has odabaşı yapılarak hareme alınacağı aklımızın ucundan
geçmezdi. Anlaşılan Zülfikar Ağa’nın aklının ucundan da geçmiyormuş ki
erkeklerin oyun alanı asker ocağından hatunların oyun alanı haremin göbeğine
düşüverince sudan çıkmış balık gibi ne yapacağını bilemez bir şekilde ortalarda
dolanmasını, sarayın kuralları ve kaidelerini yadırgamasını keyifle izledik.

Arkadaş, nasıl saray böyle bu? Kimsenin görevlileri salladığı yok. Nizam, kaide, hürmet hak getire...Bizim Acemi Oğlanlar bile bunlardan daha fazla edep adap biliyordu yav. Hanedanın çivisi çıkmış yeminle.
Üstelik işe bakın ki seyirciler olarak bizlerin yeni dizinin
başından beri fark edip çokça dile getirdiğimiz şeyi, yani ilk Muhteşem
Yüzyıl’ın aksine kuralı kaidesi, ağırlığı ve nizamı kalmamış “Saldım Çayıra
Mevlam Kayıra” saray ortamını, daha ilk akşamından dile getirip (böyle de olmaz
ki ama !!!) gönlümüzü ekstradan çaldı. İlk diziden Kösem’e koskoca Topkapı
Sarayı’nın yolgeçen hanına dönmesine mi hayıflansak yoksa senaryo ekibinin
Zülfikar Ağa aracılığıyla biz seyircilere göz kırpmasına ve “farkındayız”
demesine mi gülümsesek bilemedim.
Eh, madem durumun farkındalar, sarayın
kuralları ve nizamı için artık gereken düzeltmeleri görürüz inşallah. Örneğin Valide
Sultanların dairelerine tekmelerle giren ve bunun padişahın kulağına bile
gitmediği, buna cüret eden cariyelerin ceza dahi almadan ortalıkta fink
atabildiği fantastik bir sarayı daha fazla görmeyiz umarım diyelim. Zülfikar
Ağa içinse bundan sonrası için tek dileğimiz, daha önce Malkoçoğlu Bali Bey
karakterinde Burak Özçivit’e yapıldığı gibi padişahın Has odabaşı yapılınca
askerlik vasıflarından tamamen arındırılıp haremin aşk meşk işlerine
bulaştırılarak harcanmaması elbette ki. Mete Horozoğlu’nu kadın çekişmeleri
arasında harcanan bir performansla izlemek istemeyiz açıkçası.

Bak beni deli etmeyin, atarım kavuğunu kaftanını, takarım yine sorgucumu, kuşanırım kılıcımı. Allah yarattı demem kılıçtan geçiririm hepinizi. Askerim olm ben, asker. Gelemem kadın dırdırına, halvet kavgasına. Adam gibi durun durduğunuz yerde, dinden imandan çıkarmayın beni.
10. bölümün en büyük sürprizi ise en başta da belirttiğim
isim yani Cihan Ünal’dı. Kariyerinde daha önce yine bir “Kösem Sultan” dönemi
karakteri olan Sultan 4. Murat’ı canlandırmışlığı olan duayen oyuncu, işe bakın
ki bu sefer de aynı dönemin en tartışmalı isimlerinden Kuyucu Murad Paşa olarak
çıktı karşımıza. Ekranda göründüğü ilk andan itibaren duruşu, diksiyonu ve
ağırlığıyla Muhteşem Yüzyıl Kösem’in sıkıntısını çokça çektiği “gerçek Osmanlı”
tadını hemen verdi ve hemen favorilerimiz arasına giriverdi. Böylesi usta bir
ismi dizinin kadrosunda izleyecek olmak gerçekten heyecan verici.
İlk bölüm
girizgâhtı, kendisini henüz doyasıya göremedik ama karakterin tarih sahnesine
adını “kanlı” harflerle yazdırmasına sebep olan Celali İsyanları şiddetlendikçe
ve bu isyanları bastırmak için kullandığı yöntemler de bir o kadar
şiddetlenmeye başladıkça Cihan Ünal’ı seyretmeye doyarız diye tahmin ediyorum.
Tabii burada TIMS Productions’ın ve Star TV’nin ne kadar cesur davranabileceği,
RTÜK’ün kılıcının yapım ekibinin üstünde ne kadar ağırlıkla sallandırılacağı da
karakterin hikayesi adına çok temel bir belirleyici unsur olacak. Zira son
derece sadist, kullandığı yöntemler oldukça tartışmalı ve Anadolu halkları
tarafından pek de hoş hatırlanmayan bir tarihi kişilik Kuyucu Murad Paşa.
Dizinin ne kadarını göstermeye cesaret edebileceğini, karakterin hakkını verip
veremeyeceklerini ilerleyen haftalarda göreceğiz.

Hıyaaaaaaaa...Ben burada kendimi paralıyorum, onlar RTÜK korkusundan internette bile biçilmiş eli buzlamalı gösteriyorlar. Bu yaşlı delinin katliamlarını nasıl gösterecekler ya? Zaten masadaki o maket el de benim değil. Dev eli gibi o abicim, hiç benim olur mu? Ziyan oldum ziyaaaaannn.
Kuyucu Murad Paşa ve Cihan Ünal’ın diziye dahil oluşuyla
ilgili eleştireceğimiz tek ve en önemli nokta, tahminen dünya televizyon
tarihinin “en kötü” dövüş sahnesi olarak nitelense abartılı olmayacak o facia
dövüş sahnesiydi. Getirilen eleştirilerden sonra Kösem’de bu tür sahnelere
dikkat ederek ve özenerek çektiklerini, aksiyon sahnelerinin bütün ambiyansını
ve tadını mahveden o gereksiz slow motion kullanımından kaçındıklarını
görüyorduk ne güzel haftalardır. Ancak dün akşam tanık olduğumuz Kuyucu Murad
Paşa vs. Hırsız kapışması “uyduruklukta” ilk dizininkiler de dahil olmak üzere
bütün aksiyon sahnelerindeki baştan savmalığı solda sıfır bıraktı.
Tamam, 70
yaşındaki Cihan Ünal’a karate yaptırsınlar demiyoruz elbette ki ama çekilen
şeyi sanki gerçekten o kadar aksiyonluymuş ve “gerçekten dövüşülmüş gibi”
gösterebilecek hareketli omuz kamerası kullanımı ya da kurgu masasında yapılacak
hilelerle çok daha dinamik, aksiyonlu ve “gerçekçi” göstermek dünyanın en zor
işi olmasa gerek. İşin büyüsü de burada değil mi zaten: “Seyirciyi
kandırmak”... Seyirciyi “olumlu anlamda” kandırabilecek aksiyon sahneleri
hakkıyla çekilmediği sürece böyle şeyleri çekmekte inat etmeye gerek yok bence.
Zaaf ve yetersizlik ilanı olarak algılanabilecek bu tür yüklerin altına
girilince hedeflenen etkinin tam tersini yaratma durumu oluşabiliyor maalesef.
Çarpıcı olması planlanan şeyin komik olması herhalde ki işin altında imzası
olan herkesin isteyeceği son şeydir.

Uyyyy...Bre zındık...Alnımın çatından vurdun, kalbimi kırdın.
Evet, Muhteşem Yüzyıl Kösem nihayet toparlandı dedik. Biraz
uzun sürdü, şanslıydı ki kendisinden vazgeçmeyen, ne olursa olsun bir şans daha
vermeye devam eden sadık bir izleyici kitlesi de vardı. Daha hâlâ düzeltilmesi
gereken şeyler var ama nihayet doğru yola girildi ya, önemli olan o artık.
Umarız dizinin sadık izleyici kitlesi haricinde kalan genel geçer seyirci de bu
durumun farkına varabilir ve diziye buna göre tepki vermeye başlayabilir.
Sosyal medyaya baktığımızda bunun için biraz daha zaman olduğunu görüyoruz.
1605-1606 Sonbahar - Kış Zindan Saçı modası. Ne yapsam kendimi beğendiremedim bu milenyum seyircilerine. Ömrümü yediler.
5. bölümle ilgili yazarken “Kösem maalesef artık yara alan
bir dizi ve bundan sonra seyircinin gözünde kıymete binmesi belli ki biraz zor
olacak” demiştim. Dizide son haftalarda uzun süreden beri beklenen düzelmeler
kendini göstermiş ve dizi ilerlemesi gereken doğrultuya girmiş olmasına
rağmen sosyal medyaya baktığımız zaman gerçekten de hâlâ bir toplu histeri hali
göze çarpıyor. Kendisinden beklentiler bu kadar yüksek olan, efsane bir yapımın
devamı olduğu için dizinin başlardaki olmamışlıkları ve reyting rakamları
haftalar boyunca o kadar çok dillere pelesenk oldu ve hikayenin önüne geçti ki
büyükçe bir kitle artık diziyi gerçekten objektif bir gözle izlemeyi bırakıp
devamlı felaket tellallığı yapmaya odaklanmış, devamlı olumsuzlukları görmenin
peşine düşmüş gibi görünüyor. Diziye olan inançlarını hepten yitirmiş gibiler. O
sözleri yazarken söylemek istediğim tam da buydu işte. Bir noktaya kadar
anlaşılabilir bir tepki ve bu tepkilerin oluşmasına sebep veren hataları
gidermek ve diziyi tekrar “kıymete bindirmek” de yine yapım ekibinin işi elbet.
Ancak seyircinin de artık biraz daha “insaflı” olması ve diziye iyisiyle-kötüsüyle eşit mesafede yaklaşması gerektiği kanısındayım.
Beni tanıdınız mı len Muhteşem Yüzyılcılar?? Ben ilk dizide Süleymaniye Camii'nin yazılarını işlerken gözlerini kaybeden hat ustasıyım. Mimar Sinan Sultan Süleyman'dan aldığı izinle caminin anahtarını bana vermişti. Yaaaaa...Ne sandınız?? Kuru kuruya eleştirmek olmaz öyle, acık dersinizi çalışın bakayım ^^
Olabildiği kadar çok seyirciyi kazanmak hâlâ mümkün. Yeter
ki istenilen verilsin. Mesela o yüzden hazır yeri gelmişken ben de herkesin
merak ettiği bir şeyi sorarak bu haftaki yazımı bitireyim : Kedi Elizabeth
yıllardır ortalarda görünmüyor. Öldü mü kaldı mı? Nerelerde? Safiye Sultan’ın
saraydaki insanlardan bile daha çok değer verdiği kedi sırf tek bir bölümde
görünsün diye mi kiralanmıştı? ^^