Limanda atılan feyki hemen hepimiz başından beri anlamışızdır ama yine de izlemesi keyifliydi. Yalnız çok rica ediciğim Davut Paşa’nın silahını ikide bir Ali’nin eline tutuşturmasanız olmaz mı? O silahın bir tane sahibi var. Ali sadece emanetçi. Çatışmada Mustafa’yı bekledim. Tek şaşırdığım nokta bu oldu. Şeyh Bender de ilk dakikadan etkileyici bir giriş yaptı. Bizim gözümüzde sadece ara ara denize bakan bir adamı konuşmaya başladığı anda sevmek de bir garip oluyor doğrusu.
Fakat en çok Padişah seviyormuş. Cihan Padişah’ı tarafından böyle karşılanınca kim memnun olmaz ki? Kardeşim dedi yahu. Bence orada samimiyetin dozu biraz kaçtı ama olsun. Açıkçası Şeyh Bender’in sitemine Padişah’ın verdiği cevabı da beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Daha birkaç sahne evvel “Dünya’nın neresinde olursa olsun zalimin zulmüne baş kaldıran bir müslüman varsa yanındayız” dedikten sonra “mücadelenize saygı gösterdik” demek, “uzatmadan kapat bu konuyu” demektir. Ben o işte bir asalet göremedim. İhmal gördüm.
Size yaptığım iyilikleri hatırlatmaya geldim Sultanım..
Ayrıca Padişah yine bir sahnede Kenan Efendi’ye “benim ateşe atacak bir askerim” yok derken de ne bileyim aklıma Sarıkamış'ta bir avuç ateşe hasret bir şekilde şehit olan onca yiğit geldi. Allah'tan isterken, ne istediğine çok dikkat edeceksin diye boşuna söylemiyorlar. Şeyh Bender’i, o coşturan müzikleri, bayrak gösterilerini görünce ve hatta Filinta’nın her bir sahnesinde çok büyük bir keyif alıyorum ama geçtiği döneme ve sonrasına bakınca aynı zamanda yüreğimde hep bir hüzün peydah oluyor. Aslan gibi Mustafa sen o kadar çalış, didin, diren ama yine de işin sonunda onlar başarılı olsunlar.
Şehzade’nin altı asırı 60 asıra dönüştürme hayalleri izleyen herkesi hüzünlendirmiştir. Belki de Filinta bu yüzden gözümüzde bu kadar değerli. Zira bence bir yapımın kalitesi bir duyguyu çok iyi vermesiyle ölçülemez. Aynı anda zıt duyguları iç içe seyirciye yaşatabiliyorsan başarmışsındır. Filinta konumu gereği hep gizli bir hüzne sahip. Bu konuda bir nev-i doğuştan şanslı. Tabii bunu hissedebilenlerin gözünde…
Bu kadar hüzünden sonra Bekri’yi araya alalım da havamız dağılsın. Seveceksen Bekri gibi seveceksin arkadaş. Vallahi çok takdir ediyorum. Kapıdan bir an bile ayrılmıyor fakat dönüşümü biraz keskin olmadı mı? Bu adam Kadı Gıyasettin’i kaçırmış şimdi Mustafa’nın adını duyunca öyle kaçması bana biraz garip geldi. Tamam, kabul ediyorum bahanesi şahaneydi. O güldürdü işte. Bu tür komik sahneleri sakilliğe fazla batmadan yapmak çok önemli. Filinta bu konuda şu ana kadar hiç de fena gitmiyor.
Gribim, saçın öteki tarafına tüküremedim kusura bakmayın.
O değil de, diziye benim gibi sonradan başlamışlara Bekri’den neden korkmamız gerektiğini hatırlatmak amacıyla Filinta bir daha gösterse nefis olur. Bak mesela Garbis sık sık kendini hatırlatıyor. Bu bölüm de yoyo gibi fıldır fıldır döndü. Uğur Yıldıran’a hayran olduğumu daha önceki yazılarımda söylemiştim. Yine dövüş sahneleri nefisti fakat aynı şartlardaki bir başka sahneyi izleyeli daha iki ay olmadı herhalde. Keşke o Rusları başka bir yerde yakalasaydı. Padre’yi farklı ve güzel bir yerde yakalamıştı mesela…
Farah için oldukça kritik bir bölüm oldu. Nihayet annesinin izini buldu ki eş zamanlı olarak annesinin de kafasında Padişah’a yönelik daha farklı sorular oluşmaya başladı. Bu çok iyi bir şey zira daha önceki yazılarımda annesi bu kadar karşıt düşünürken birbirlerini bulsalar dahi bir arada yaşamalarının zorluklarından bahsetmiştim. Bu gerçekten de bir zıtlıktan ziyade bug oluşturuyordu. Bunun önüne şimdiden geçmeye başlamaları güzel bir hamle.
-: Varam da şunun ağzının ortasına topuğu bi koyam.
Farah’ın ilk sahnelerdeki dövüş hareketlerine de bayıldığımı söylemem gerek. Sezon başlarken bu tarz hareketleri -yapmakta zorlanıyordu demeyelim de- bir Jasmin kadar kendine yakıştıramıyordu diyelim. Fakat bu bölüm en ufak bir aksama veya göze batan bir şey görmedim. Bu kadar kısa süre içinde büyük bir gelişme. Tebrik ederim. Rıza Kocaoğlu zaten evvelden yatkın çıktı.
Her şeyin monotonlaştığı o kısacık anda Yüce Efendi kapıyı açıp eşikte öyle durdu ya sırtında bir bıçakla yere düşecek sandım. Ne bileyim biz hep öyle görmüşüz. Halbuki her zamankinden daha sinirliymiş. Bir Serhat Tutumluer kadar olmasa da fena kükredi. Hani geçen bölüm Ezel’in yaptığı türde şaşırtmalardan bahsetmiştik. Sonradan önümüze konan ve "bakın bunları da çektik ama şaşırmanız için size şimdi gösteriyoruz” sahnelerinden söz etmiştik. Bu bölüm Filinta’da tam olarak bu oldu. Şeyh Bender’in zehirlenmesi falan hep yalanmış. Mustafa’nın koşarkenki hayıflanmaları ise aslında ego patlamasıymış.
-: Boris'in yaptığı hataları yapmayacağım ve yükseleceğim!
Yine de Sansar’ın düştüğü pozisyon ve yüz ifadesinden keyif almadığımı söylersem yalan olur. Hatta bir ara Yüce Efendi deri kayışı elinden aşağı salacak sandım. Boris’i belki kazıkladın, belki onu hiç sevmedin ama yanında dura dura o görkemli kibiri sana da bulaşmış. Fakat bu bölüm ne yazık ki Boris kadar zeki olmadığına kanaat getirdim. Boris ölürken bile Yüce Efendi’den bir saygı görmüştü. Asla kendisine karşı seslerin yükselmesine izin vermedi. Sen ise çocuk gibi azarlandın; nasıl hazmedeceğini inan çok merak ediyorum.
+: Önce o eli bi indir...
Yüce Efendi’nin daima arkada işleyen bir planı vardır. Yine günü kurtaran adam oldu. Açıkçası bundan da büyük bir keyif alıyor. Bu seferki planı da gayet basit. Şeyh Bender’i imkanlar dahilinde en yalnız kaldığı yerde kıstır ve Padre’yi üstüne sal. Basit planlar hep etkilidir. Fakat bir sorun var. Mustafa da orada… Gelecek bölüm Filinta’da yine çarşı karışacak. Bir yanım Padre’nin iyiliği için Şeyh Bender’in ölmesini istiyor. Zaten Ana ispiyonladı bir de üstüne başarısızlık gelirse, vay haline… Evet, sanırım içimizdeki İrlandalı benim.
Haftaya görüşürüz.