Üç haftadan fazla bir süre sonra nihayet Muhteşem Yüzyıl
Kösem, özellikle son iki haftadır üstüne fazlasıyla serpilmiş olan ve bu
nedenle reytinglerde de tehlike çanlarını hiç hesapta yokken çaldırmaya
başlayan o ölü toprağını silkeleyip atarak seyirciyi kendisine
bağlayan oldukça başarılı bir bölümle ekrana geldi dün akşam. Tamamıyla
kusursuz bir bölüm olamasa da özellikle son bir saatin tamamına yayılan ve hem
tempoyu, hem dramayı, hem de etkileyici detayları oldukça güzel dengeleyip
birleştiren sahneleriyle göz doldurmayı bildi. Karşılığını da totalde olmasa
bile AB grubunda birincilik koltuğunu tekrar ele geçirerek aldı.

Kemerlerinizi bağlayın beyler, başlıyoruz.
Yayın hayatına başlamadan önceki dönemden beri diziyle
ilgili haberleri takip eden seyircilerin çok iyi bildiği üzere Kösem Sultan’ı
canlandıracak olan ünlü oyuncu Beren Saat’in diziye en baştan değil, yedinci bölümden
itibaren dahil olacağı yazılmıştı. Kösem Sultan karakterinin gençliğini Yunan
asıllı oyuncu Anastasia Tsilimpiou’nun canlandıracağı, seyircilerden gelecek
olan tepkiler ve dizinin gidişatına göre Beren Saat’in gelişinin 9. bölüme kadar
ertelenebileceği ihtimali olduğu da sonradan basında yazılıp çizilmişti. İki hafta önce de Beren Saat’in diziye girişinin hızlandırıldığı haberleri düştü medyaya. Dün akşam yayınlanan altıncı bölüm
işte bu düzenlemenin etkilerini bariz bir şekilde gördüğümüz bir bölüm oldu.
Sanki bu güneş ilk bölümden beri hep yanlış yerden doğuyor ama dur bakalım...Aziz Mahmut Hüdayi'ye mi sorsak acaba hikmetini?
İlk bilgiyi referans alırsak; Beren Saat’in yedinci bölümde seyirci karşısına
gelmesi daha dizi yayın hayatına başlamadan önce kararlaştırılmış bir hamleydi. Bu nedenle Beren Saat’in gelişini tamamen reytinglerdeki
olumsuzluğa yormak ve vaktinden önce olacak şekilde hızlandırıldığını söylemek
çok da doğru olmayacaktır. En fazla orijinal planlamalarına geri döndüklerine yorabiliriz bu
gelişi. Ancak sadece bir ay ve dört bölüm içinde dizinin başını en fazla ağrıtan
unsur haline geliveren senaryonun, şimdiye kadar yine de Saat’in 9. bölümde diziye
dahil olabileceği ihtimallerine göre şekillendirilip ilerletildiğinin dün akşam
yayınlanan bölümle birlikte kesinlik kazandığını da eklemek lazım. Bir tek
bu anlamda Beren Saat’in gelişiyle senaryonun ilerleyişinin birbirini pek
tutmadığını söyleyebiliriz.
Kavuuuuk... Kavuklarım vaaaaar... Kelepir padişah kavuğuuuuu... Kapanın elinde kalıyooorrr... Gel vatandaş geeeeeeelll...
Bölüm genel anlamda dizinin başlangıcından bu yana
yayınlanan en etkili ve en başarılı bölüm olsa da, ilk 1 saat 30 dakikalık kısmında bu tutarsızlığın sıkıntısını çeken de bir bölümdü aynı
zamanda. Saat’in gelişi öne çekilince toparlaması
ve sonlanması gereken irili ufaklı bütün detaylar bölümün bu kısmına sıkıştırılmak durumunda kalınmış ve daha geniş bir zaman
diliminde ilmek ilmek işlenerek anlatılabilseler, en az üç bölüm çıkarabilecek kadar çok entrika ve olay dün seyirciye nefes
aldırmamacasına arka arkaya dizilerek sunulmuştu.
Haliyle sıkış tıkış anlatılan bütün bu olaylar ve karakterlerin
motivasyonları tek boyutlu, inandırıcı olamayan, gerçekçiliği zedeleyen unsurlar
olarak kaldı. Her 5 dakikada bir yeni ve önemli bir gelişme oldu. Her 5 dakikada
bir karakterlerin arasındaki dengeler değişti durdu; haliyle çoğu, seyirci
üstünde bırakmaları gereken etkiyi bırakamadan "Rüzgar Gibi Geçti" gitti.

Kaç bölümdür adam gibi senaryo yazın demedim mi beeeeeeeeeennnnn!!!
Hatta ahalinin isyan ederek saraya yürümesiyle başlayıp
finale kadar giden son bir saatlik dilimdeki gerçekten takdire şayan çalışma olmasa
ve bölüm ilk başladığı şekliyle ilerleyip bitecek olsaydı rahatlıkla senaryo
olarak açık ara en kötü Kösem bölümü olduğunu bile söyleyebilirdik. Açıkçası meteor yağmuru gibi hiç durmamacasına
seyircinin üstüne yağdırılan bu hikayeleri ve entrikaları gördükten sonra dördüncü ve beşinci bölümlerin bu kadar boş ve sündürülmüş senaryolarına
hayıflanmamak elde değil. Madem elinizde bu kadar çok hikaye vardı, o bölümler
neden o kadar “ölülerdi” diyesi geliyor insanın. Dün akşam seyrettiğimiz onca
olay ve ani gelişme dördüncü bölümden bu bölüme kadar eşit olarak
dağıtılarak anlatılsalar, kim bilir ne kadar zevkli olacaktı izlemesi. Belki seyirci de son iki bölümün vasatlığı ve sıkıcılığı yüzünden ekran karşısından kaçmayacaktı. Beren
Saat’in gelişinden sonraki bölümlerde artık benzer sündürmelerin
tekrarlanmaması dileklerimizle diyelim...

Sarayı çiçek hastalığı, payitahtı yangın sarsa da en şuh kırmızılarımı giyme huyumdan hiç vazgeçemem şekerim. Ben sultan olmadan önce güzellik kraliçesiydim, söylemiş miydim?
Bölümün son bir saatlik kısmı ise gerçekten her türlü övgüye
mazhardı. Halledilmesi gereken hikayeleri ilk yarıda aceleyle halledip bitiren ekip, son
bir saatlik kısımda rahatlayıp tamamen saraya yönelik ayaklanmaya odaklanabildi
ve her geçen dakika artan gerilim ve tempoyla birlikte bölümü adım adım zirve
noktasına taşıyarak en sonunda gönülleri fethetmeyi bildi. Üstelik seyircileri
bir sonraki bölüm için gayet güzel şekilde merak içinde bırakmayı da
başardılar. Anastasia’nın Sultan Ahmet’in odasından çıkarken geri dönüp kapıdan
içeri attığı kesin ve kararlı o son bakış Anastasia’nın vedasını Kösem
efsanesinin başlangıcını müjdeler gibiydi. İster istemez izleyenleri heyecanlandırdı
ve umutlandırdı.
Tabii ki bu Beren Saat’in gelişiyle birlikte de bir anda olacak
bir şey değil ancak artık saraydan kaçmalar, çaresizlik içinde ağlamalar, sızlanmalar
bitti. Bundan sonra, aynı zamanda ne kadar hazin ve ibretlik olacak olsa da,
Safiye Sultan’a “ben o sultanlar gibi zalim olmayacağım” diyen masum Anastasia’nın
nasıl Kösem canavarına dönüştüğünü, koskoca bir imparatorluğu idare edecek o
kudretli kadına nasıl evrildiğini seyredeceğiz. Altı bölümdür seyrettiğimiz çuval
içinde denize atılmalar, makasla suratı kesilmeler, masum olduğu halde
kırbaçlanmalar vakti geldiğinde etkisini gösterecek elbet.

Suratımı makasla kesen hatunla can ciğer kuzu sarması olup sarayın ormanlarında el ele gezdim, sırtımı kırbaçlayanlarla da ileride 5 çayı içeceğim kısmetse.
Belli başlı bir takım repliklere (Winter is Coming / Kış
Geliyor) ve karakter hikayelerine kadar (Kingslayer / Kral Katili) Game of
Thrones’tan aşırı esinlenmeler haricinde bölümle ilgili en göze batan detayı söyleyerek bu yazıyı bitirelim:
Tarihte Sultan Ahmet oldukça dindar ve sofu kişilik yapısıyla bilinen bir
padişah. Onun zamanında sarayın daha tutucu bir atmosferi olduğu biliniyor.
Belki biraz da bu nedenle ilk Muhteşem Yüzyıl’ın aksine Kösem, ilk bölümünden
beri repliklerinde hep "kader kısmet" vurgusu yapan, başa
gelen zor ve umutsuz gibi görünen olaylara karşı nihai çare olarak hep dua
etmeyi, Allah’tan ümidi kesmemeyi, işini Allah’a bırakmayı gerisini dert
etmemeyi dillendiren bir dizi. Sonuçta din temelli bir imparatorluğun hikayesini anlattığı için bu gibi belli bir muhafazakar dünya görüşünü sembolize eden detayları kullanmaları son derece makul.
Ancak dün akşam yayınlanan bölümde o
kadar çok dini referans, tabir, ifade, temenni, mucize ve “çiçek hastalığı” gibi ölümcül
hastalıklara "cevşen takmak" gibi metafizik çözümler vardı ki açıkçası işini Allah’a bırakmakla
zerre kadar alakası olmayan ve her sıkıntısını keskin zekasıyla hallederek işi gücü
kendisine beddua edip lanet yağdırmak ve en sonunda da Allah'a havale etmek olan düşmanlarını tek tek dize getiren Hürrem’li
Muhteşem Yüzyıl’ın aksine Kösem’in biraz daha farklı bir seyirci kitlesini de hedeflediğinin açık bir göstergesi gibiydi. Sultan Ahmet’in kişilik özelliklerinden dolayı
onu bu şekilde sunmak başka, dizideki herkesi Kalp Gözü karakterlerine çevirip devamlı olarak din temelli çözümler, dualar ve dileklerle dolup taşan replikler etrafında birleştirmek
başka. Senaryo gereği henüz Müslüman olmamış Hıristiyan Anastasia’ya Cevşen’i öptürmek bambaşka... Bu derece dini referans içeren senaryolar Diriliş Ertuğrul gibi tamamen
muhafazakar yapıdaki ve aslen muhafazakar seyirci kitlesine hitap eden dizilere
rahatlıkla gidebilir ama asıl izleyici kitlesi AB grubu olan Muhteşem
Yüzyıl’da bu
detayların dozunun iyi ayarlayıp gerçekten gerektiği yerlerde, gerektiği kadar
sunmaları gerektiğini düşünüyorum.

Başka bir hayatta görüşürüz kardeşlerim... Ben hepinizin canına okuyana kadar hoşçakalın...
Bundan sonrası için Beren Saat’in gelişi hayırlı uğurlu
olsun diyelim ve bu değişikliğin aynı zamanda Kösem için yeni bir nefes, yeni
bir başlangıç olmasını, senaryo ekibinin de artık Muhteşem Yüzyıl adına yakışır etkileyicilikte hikayeler ve karakterlerle
yola devam etmesini dileyelim. Umarım Ekin Koç ve Anastasia Tsilimpiou’nun
arasında yaratılan harika kimyanın büyüsü Beren Saat’in gelişiyle yok olmaz ve
Meryem Uzerli-Vahide Perçin değişimindeki aniliğin seyircide yarattığı soğuk
duş etkisinin bir benzeri Kösem’de de yaşanmaz. Zira böyle bir durumda Beren
Saat’in gelişi “yeni bir umut” olmaktan çıkıp bir anda "en korkunç kabusa" da dönüşebilir, aman
diyelim.