Kemal!
Mesude’den sonra kelimelerin kifayetsiz kaldığı karakterlerden biri. Geçen
hafta da söylemiştim. Kemal birçok suç işledi bunu biliyoruz. Ama şu an
işlediği bir suç yüzünden hapiste değil. Kimse işlemediği bir suç için hapse
girmemeli. Bunu hukuk okuyan biri olarak gönül rahatlığıyla söylüyorum ki Kemal
hak etmediği bir ceza çekiyor şu an. Yaptıkları için yatmıyor içeride.
Hapishane
adaleti diye bir kavram var. Geçenlerde katıldığım bir şiddet sempozyumunda bir
konuşmacı sunumunda bu kavramdan bahsetmişti. Tecavüz ve taciz davalarında verilen
cezaların mağdurların ve toplumun vicdanını rahatlatmadığını bu suçların
yeterince cezalandırılmadığını anlattı. İnsanlar bu suçları işleyen kişilerin
cezalarının hapishanelerde, tabir-i caizse delikanlı abilerimiz tarafından
verileceğine inanıyorlar. Bu konu üzerine çok uzun konuşabiliriz ama kısaca
şunu söylemek istiyorum. Eğer bir ülkede verilen cezalar suçları önlemiyorsa,
mağdurun mağduriyetini telafi edebilecek nitelikte değilse halk başka bir
yerden adalet bekliyor diye kınanamaz. Hapishane adaleti olmamalı. Cezayı yargı
vermeli. Ama yargı da bu kadar ağır işlememeli. En basitinden saçma nedenlerle
cezai indirimler verilmemeli ki insanlar başka yerde adalet aramasın.
Şimdi ben niye
bu kadar uzun konuştum? Kemal’in koğuşunda bir adam üvey kızına hâllendiği için
şişlendi. Yani hapishane adaleti işledi. Olması gereken bu muydu? Tabii ki
hayır... Ama Kemal’in içine bir korku düşürdü mü? Evet. Kemal efendinin bu
yüzden uykuları kaçtı hatta görüşte Mesude'nin önünde ağladı bile. Şimdi
hapishane adaletinin olmaması gerektiğini düşünen ben, Kemal için müstahak
demekten kendimi alıkoyamıyorum. Bu işte bir yanlışlık var sanki? Ne dersiniz?

Nefretle bakaydın eyiydi gerçi. Eylül'ün bakışlar sevgilisi mahpusa düşmüş gibi.
Eylül’ün Kemal
ile yüzleşmesi ise iki yönden çok anlamlıydı. Bir kere yıllardır çektiklerinin
hesabını sordu. Arada cam olduğu için korkmasına da gerek kalmadı. İkincisi ise
tesadüf bu ya, orada olan bir mahkum konuşmaları dolaylı olarak duymuş oldu. Bu
da demek oluyor ki haftaya hapishane adaleti dediğimiz şey Kemal’e de
işleyecek. Dokuz canlı bu adam bir şey olmaz ama, diziye hareket getireceği
de kesin. Eylül ve ailesinden çok bahsettim galiba. Sıkılan olduysa kusura
bakmasın lütfen. Hukuk Fakültesi capslerinde bir söz vardır. “Hem kadın hem
avukat; susmadı, susmayacak!” derler. Benim durum da ona dönüyor galiba biraz. :)
Gözler lens mi canısı?
Songün'e
gelirsek; bu hafta Güney’in Songül'ü olduğu gibi kabullendiği bir hafta oldu
sanırım. Songül’ün sınırlarını anladı sonunda. Gerçi bir tarafın kendini
değiştirmesi gerektiğine inanmam. Bir fedakarlık yapılacaksa bunu iki tarafta
yapmalı. Ama Songül zaten bir şeyleri kendi usulünce değiştirmişti sıra
Güney’de idi. Bir şeyi kırk kez söylersen olurmuş lafının ispatı niteliğinde
bir sahne izledik. Güney zabıta diye diye getirtti ya zabıtayı. Olan
Songül’ümün mallarına oldu.
Yalnız Güney’in “Ne var erkekler kolye yapamaz mı?”
sorusu beni benden aldı. Feministlere selam olsun. Güney haklı. Erkekler de pek
ala kolye yapabilirler. Yaptıkları kolyeleri de kız arkadaşlarının boynuna
takıp, para ile alacakları hediyeden daha kıymetli bir şey armağan
edebilirler. Bölüm boyunca süren öpüşme geyiğine göre bu sahneyi daha
anlamlı, daha güzel ve daha yaşlarına uygun buldum. Bir de şu dikkatimi çekti.
Güney Songül ile sevgili olduktan sonra biraz daha cesur ve sorumluluk sahibi
oldu sanki. Eskiden olsa Meral delirdiği zaman geçer bir köşeden zevkle
izlerdi. Bu değişimi güzel oldu. Darısı diğer kötülerin başına...