400 yıllık ejderim,
buna rağmen şu dizinin 22'nci bölümü için bir şeyler yazamadan duramadım. 21
Kasım 2015 Cumartesi gecesi, benim için 50 yıllık Türk Sinema ve 20 yıllık Türk Dizi Klişe Tarihi'nin yıkıldığı bir dizi başlangıcını salya sümük seyretmiş
bulundum. Gerçi diziyi neredeyse 8-10 haftadır izlemiyordum, o yüzden çok da
detaylara giremiyorum fakat ana konuya adapte olmam pek de zor olmadı.
Önce fakir kızın
annesi zengine baş kaldırdı. Üstelik fakir kız, aşkını annesine değişmedi. Sonra zengin
kızın ailesi fakirlere yapılan zulmü tüm detaylarıyla öğrendi ve acı çekerek
kabullendi ki bunun adı yüzleşmeydi. Zengin çocuğun kibirli babası yaşananları
anlamaya çabaladı. Hatta sefil fakirlere hak verdi ve karısının yaptıklarından
neredeyse utandı. Zengin çocuk tüm
varlığını riske ederek aşkını kabullenirken, fakir kız kaybedeceği tek şeyi,
yani annesinin sevgisini sinesine sardı ve aşkının peşinden koşmadı, Burak’ı
reddetti.
Gerçi bölüm
ilerledikçe kuzen Volkan klasik davranarak, bir süre kendi istediği ciğeri hâlâ
başkasına mundar etmek için uğraştı ama sonunda o bile pes etti. Zengin
çocuğun eski sevgilisi Çağla, yaptığı hakaretlere karşılık olarak sonunda fakir
kızdan okkalı bir osmanlı tokadı yedi. Aynı anda eski aşığı Burak bir şekilde
orada bitiverip normalde asla baş kaldırmayacağı bir deliye karşı koydu!
O sırada
dünya üzerinde Paris'te sağa sola baskın, Nijerya’da katliam, Suriye’de bir
yerlere manşet attıracak bir eylem planı yapılıyordu belki de ama ben gözümü ekrandan alamıyor ve ağlıyordum. Ey aşk!, sen nelere
kadirsin bu dünyada! Belki de bu kadar insanlığa maruz kalmak benim için çok fazlaydı bu
geçen iki saat içinde, ama yine de inanılması zor bir bölümdü!
Bir yarım akıllı
zengin çocuğunun bu kadar çabuk karar değiştirebildiğini izlemek, anında 360
(pardon 180) derece dönebileceğini görmek, aşık olduğu kızdan soğuyabilmesini
anlamak… Ulan ben kendi babamla
aramızda 450 yıl geçse böyle bir itiraflaşma bütünleşmesi yaşayamayacaktım! Ona
mı kızayım, aşık olduğum kızın hüngür hüngür ağlamasına mı kızayım? Sonra
denize düşmüş aynı kızın Başak yılanına sarılmasına mı üzüleyim? Lanet olası
annemin ısrarla terk ettiğim şirret Çağla’nın peşinden koşmasına mı şaşırayım…Ben
de afalladım birden bire ortaya çıkan bu ani durumlara vallahi!
Yani bir dizinin,
bölümünün başından itibaren klişelerden bu kadar kaçıp, bölüm ortasında
klişelere bu kadar dönmesi inanılacak gibi değildi. Ölmüş eşşek kurtan
korkmaz misali son bölümlerde cesaret dolu bir final hayali, seyrettiğim
toplam bir-iki devam dizisinde her zaman umut ettiğim, ama sonuçta da pek fazla
umursamadığım bir şeydir, ancak gerçekleştiğini görmek... Üstelik pattadanak kurgu
ve düzenlemenin göz ardı edilip her şeyin apansız ortaya koyulduğunu izlemek,
itiraf edeyim beni bayağı şaşırtan bir olaydı. Sanki doksanlı
yıllarda beta-VHS videoda seyrettiğim bir filmi FF (ileri sarım) ile
hızlandırmıştım. Dizinin zengin çocuğu bile kırılmış hayallerini, ihtiras ve
umutlarını bir kenara atıp entrika yaratmak adına bir yalana başvurabiliyordu.
Ama insanoğlu bu.
Bencildi, güçsüzdü, aşkına karşı duramıyordu, üstelik bu kadar sevdiği Aslı’ya
hiç karşı koyamazdı! Öte yandan Aslı da sessiz kalamazdı benliğine, ruhunun ve
bedeninin isteklerine. Aksi zaten doğasının yapısına aykırıydı. Yine de güç ve
aşk odaklarının, aralarında kuşak farkı olan insanların, karşılıklı bu kadar
olgun bir şekilde iletişim halinde olmaları ve önyargılarını rahatça kırabilecek
şekilde birbirlerini ikna etmeleri, beri yandan da leb demeden leblebiyi
anlayacak şekilde kısa telefon görüşmeleri ile konuları uzatmadan durumları
hızlıca kavramaları benim için gayet farklıydı. Bir ara kendimi bulutların
arasında fırıldanarak uçar halde hissettim sonra kendime geldim ve hızla
okyanus sularına çakıldım! Sonuç olarak devamlı ürediniz bi bitmediniz be insanlık
be!
Belki de
dizinin ruhunu başından beri bana yansıtan şey, Aslı ve Burak’ı ilk bölümden
birbirlerine yakıştırmam, üstelik gözlerimi kapadığımda o Hırçın Aslı’nın benim
adımı her söylediğinde yani her Burak dediğinde, içten gelen gülümsememdi…Ama
buraya kadarmış artık oyun ne yazık ki bitti!
"Haziran sonunda
İzmir’de çilek ayıklarken başlayıp kasım sonunda İstanbul’da lodos fırtınası
ile sona erdirdiğim, oldukça beğendiğim güzel iki kadına sahip zevkli bir
diziydi" demek isterdim, ama şu an, bir hafta sonra final yapacağını fark ettim. Önümüzdeki Cumartesi tekrar lodos fırtınası olur mu? Ben dizinin
final bölümünü seyredip tekrar bir şeyler yazabilir miyim bilemem ama, ileride
yaşanılacak tüm Türk dizi finallerinin bu kadar açık sözlü, bu kadar
doğal, bu kadar hızlı ve bu kadar gerçekçi bir masal olarak yayınlanması
dileğimi şimdiden iletebilirim.
Bir de vaktiniz varsa benim için dizinin son
bölümünü izlemenizi rica edebilirim.