Seyir başlamadan önce Timur Savcı sahneye çıkıp hepimize "hoş geldiniz" dedi ve izleyeceğimiz kolaj hakkında kısa bir bilgi verdi. Projesine bağlılığı, heyecanı sesine yansımıştı. 35 dakikalık kolajın çekilen en iyi sahnelerden değil de bir hikaye izleği yaratmak maksadıyla seçilenlerden kurgulanmış olduğunu söyledi. Yani eldeki malın en iyi 35 dakikasını izlemedik. Sanal bir görkem yaratmaya değil de hikayeyi doğru ve anlaşılır kılmaya çalışmışlar. Başarılı da olmuşlar. Muhteşem Yüzyıl Kösem bu akşam yayına (yanılmıyorsam)150 dakika olarak çıkacak, ben size 35 dakikasından edindiğim izlenimi anlatacağım. Bir de bonus olarak (yine hüngür hüngür ağlatan), ikinci bölümden adına "kod adı kestane" dediğim bir sahne var ki işte onu ne yazık ki size şimdi anlatamayacağım. Tek diyebileceğim: fena yakar.
Ağlamak derken şimdi kuracağım cümleyi ancak sıkı ve sadık Ranini takipçileri anlayacaktır. Küçük Ahmet'in slow motion yürüdüğü o ilk anda gözümden süzülmeye başlayan yaş; 35 dakika boyunca hiç dinmedi.. Hikayeyi izlerken kâh güldüm, kâh gerildim ama ağlamaya devam ettim. Bu arada Timur Savcı ikinci bölümle ilgili hoş bir anekdot anlattı, paylaşayım. Yılmaz Şahin bölümün senaryosunu gönderdiğinde Savcı uçaktaymış. Amerika'ya gidiyormuş. Havada senaryoyu okurken o kadar heyecanlanmış ki son 20 sayfaya geldiğinde farkında olmadan ayağa kalkmış. Yolcular şaşırmışlar, "beyefendi iyi misiniz?" diye sormuşlar. Beklentiyi yükseltmeyeyim ama var gerisini sen düşün..
Anastasia Thsilimpou da TİMS ile anlaşmalı. Kaç yıl sözleşme imzaladıklarını soracaktım, unuttum. Kösem'i, aslen bir devam hikayesi olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır... Farkı, anlatım dili olarak seçtiği o görkemli masalsı hava. Osmanlının "Muhteşem Yüzyıl"ından damıtılacak seyirlik anlamda mümbit 3-4 kesitten birini daha anlatıyorlar. Ve adı üzerinde bu bir Başlangıç.. Tarihi gerçekleri (resmi tarihin elbette) rehber, dayanak alarak izlek bir kurgu yaratmak düne kadar ne yazık ki pek bize nasib olmazdı. Oysa artık biz dünyaya hikayemizi izletebiliyoruz. İşbu sebeple bilinmelidir ki TİMS ve yapım ekibi katıksız bir seyirci olarak da benden kocaman bir saygıyı hak ediyorlar.
O sebeple, son söyleneceğimi hemen söyleyeyim sevgili seyirci; eğer geri kalan 115 dakikada hikaye anlatımı/ akış/ performanslar ve reji konusunda olağanüstü bir sıkıntı, kekrelik yoksa Kösem adını televizyon tarihine yazar. At cebe.. TİMS yine çok konuşulacak, tartışılacak, bir hikaye ile -bence- proje seçimi bağlamında da çıtayı hayli yükseğe çakmış.. Timur Savcı keşke bir ilk daha yaşatsa ve bize setini de gezdirse diye içimden geçti ama kurduğu dünyanın büyüsünü bozmamak için yine çok korunaklı bir set kurduğuna eminim. Doğru da yapıyor neticede...
Hikayeyi elbette anlatmayacağım, merak edenler
ilk bölüm özetini şurada bulabilir. O zaman anlatmaya oyuncularla devam edeyim. Ekin Koç, ekranda gördüğüm(üz) ilk andan beri kalbimizi çalmış şahane bir mask ve yetenek.. Sultan Ahmet'in sancılı hayatına da çok güzel adapte olmuş. Daha çocuk/ergen yaşında üstlendiği yükü, kaynayan kanını, sırf o yüzyılda, o kanı taşımaya ilahi bir talih (!) ile katlanan, seçemediği bir aidiyetin çöpünü de temizlemeye mahkum edilmiş o biçarenin var olma savaşını şahane giymiş. Gözünün bebeğinde görüyorsunuz Sultan Ahmet'i.. Ekranda gördüğüm her haline, sesinin duyulduğu her saniyeye inandım. Ömrüne bereket!
Safiye ile tek sıkıntım bir kedisever olması. Gel Safiye, yol yakınken verelim kucağına bi Golden yavrusu etme ^.^ Aslında -prensipte- bütün kadroya inandım. Hülya Avşar ve Kadir Doğulu'dan mütevellit ince bir kaygım vardı, yersiz olduğuna kani oldum. Teşekkür ederim. Reyhan Ağa karakteri ile kısacık bir sahnesini gördüğüm ama performansıyla kanımı donduran Emre Erçil, Anastasia Thsilimpou (Fena halde de Beren Saat'i andırıyor), Nadir Sarıbacak, Esra Dermancıoğlu, Aslıhan Gürbüz, Mete Horozoğlu, Mehmet Kurtuluş, Erkan Kolçak Köstendil ve ille de Berk Cankat, o 35 dakikadan çıkıp kalbime hemen sızmayı başaran oyuncular oldu. Tülin Özen ve Gülcan Arslan hakkında fikrimi söylemek için ise izninizle ilk bölümü izlemeyi bekleyeceğim. Ayrıca taht ortağı minik Mustafa'nın (Oyuncunun adına soyadına ulaşamayan Ranini yapmışlar, özür dilerim) hastası olacaksınız. Fena yakar! Bir de adını son güne kadar basına sızdırmadan saklamayı başardıkları Meral Çetinkaya var ki tadından yenmeyecek bir renk katmış varlığıyla; gönlüne bereket..
Kösem'in 3-4 bölüm sonra bağımlısı olacağımız sağlamlıkta hikayelere (hayli total) ve karizmatik karakter performanslarına gebe olduğu aşikar. Mekanlar, dekorlar, kostümler, müzikler, varılan teknik anlatım becerisi (Aslan dahil) sunulan 35 dakikayı soluksuz izlememi sağladı. Her yolu denediğim halde (denedim, evet) tek bir sayfasına dahi ulaşamadığım ama matematiğinin çok sağlam olduğu, yaratıcı, yenilikçi sahnelere sahip olduğu kulaktan kulağa yayılan Kösem senaryosu için Yılmaz Şahin'e de ayrıca teşekkür ederim. Kod adına "kestane" dediğim sahneyi perdede izlemek fena halde ağlattı ama bir açıdan da ömrüme ömür kattı misal.. Aklına, fikrine sağlık.
Son olarak itiraf etmem gerekir ki izlediğim 35 dakikanın hemen her karesinde Zeynep Günay Tan rejisinin izi, oyuncu kadrosunda onun kalbindeki dünyanın ayak sesleri vardı. Artık bu hikayeyi bize anlatmayacağı için ne kadar üzgün olduğumu kelimelere dökemem. Kişisel olarak onun emaneti bellediğim bu yolculuğu ön yargısız ve koşulsuz bir sevgiyle gözleyeceğim bilinsin isterim Umarım ve kalben dilerim ki Muhteşem Yüzyıl Kösem, planladığı gibi hikayesini anlatmak için seyirciden yeterli zamanı çalsın. Bize soluksuz izleyeceğimiz şahane masallar anlatsın. Bütün ekibin ellerine sağlık. Yolu açık, uzun ve şenlikli olsun! İzleyin, izletin.
Böyle işte..
R.