Program gündüz kuşağı dediğimiz dilimde yer alıyor. Bu da öğle vakti okula giden çocukların henüz evde olduğu saatlere denk düşüyor. Programda cinayet, kaçırılma ve kayıp vakaları detayları göz önüne sunularak irdeleniyor. Programın asıl izleyici kitlesi, kahvaltı sofralarında çocuklarıyla güne başlayan anneler ve emekliler. Annelerin hipnotize olduğu ihanet, cinsellik ve şantaj içerikleriyle dolu programla günü açmak çocuklar için doğru bir seçenek gibi görünmüyor. Kriminal vakaların deşildiği bir program izlemenin yeni yeşeren zihinlerde pozitif etkiler bırakmayacağı kesin. Sabah saatlerinde diğer büyük kanallarda da durum pek farklı sayılmaz. Bunlara alternatif olarak ise Trt Çocuk, Yumurcak Tv, Planet Çocuk, Disney Channel gibi yayınlarını çocuk kitleye uygun hazırlayan kanalların tercih edilmesi daha faydalı bir yol olacaktır.
Derin şüphe içeren analizleri, endişe ve tehlike içeren konuları gündeme taşıyan programa gösterilen talep oranı oldukça yüksek. Bu ilginin özünü psikolojik olarak düşündüğümüzde, akşamları diziler, gündüzleri ise araştırmacı programların 'merak' unsurunun seyirciyi yakalayan kilit nokta olduğunu söyleyebiliriz. Televizyonda gerçek hayatta başımıza gelmeyen şeyleri izlemek hem merak güdümüzü doyuruyor hem de bize kendi yaşamlarımızı farklı insanlarla kıyaslama imkanını sunuyor. Arkaplanda kalan çocuklarımızın 'neye' ve 'kime' dönüştüğü ise biz daha fark etmeden tamamlanmış oluyor.
Program Atv'de yayınlanıyor
Bu tür duygu ve gerilim yükü ağır programlarda oluşan atmosfer, gaf yapmaya da müsait bir zemin hazırlıyor. Müge Anlı da o talihsiz akıntıya kapılan isimlerdendi. Benim
zihnime kazınan gafı ise sanırım en unutulmaz olandı. Ülke Van'dan gelen korkunç haberle
uyanmıştı. 7.2 şiddetindeki deprem, binlerce insanın yaşamını yerle bir etmişti. Toplum bir çocuğun gazetedeki fotoğrafına umut bağlayıp
ertesi gün aynı çocuk için gözyaşı dökmüştü. Sonrasında başarılı ve sevilen sunucunun cümleleriyle ikinci kez sarsıldık:
''Canımız
istediği zaman boyuna taş atıyoruz. Kuş avlar gibi dağlarda vuruyoruz. Bir şey
olduğu zaman hadi Mehmetçik gelsin, hadi polis gelsin diyoruz. Biraz da
dengeleri kuralım. Zor günlerde ah canım cicim, sonra kuş avlar gibi
avlamayalım bunları. İnsanlar biraz da hadlerini bilsinler demek istiyorum.''
Toplumun endişe içinde olduğu kritik bir süreçte söylenmiş, zamansız cümlelerdi bunlar. Halkı olumlu anlamda yönlendirmesi, bilgi kirliliğine fırsat vermemesi ve dayanışmaya davet etmesi gereken sunucuların böyle günlerde meselelere daha hassas yaklaşması gerekir. Zira hep söylediğim gibi televizyon hayal edemeyeceğiniz kadar ücra köşelere dokunur. İşin sosyolojik tezahürü de bir yana, televizyon psikolojinin altın anahtarıdır. Sunucuların söylemleri bireylerin fikirlerini uyuşturabilir ya da hislerini uyanışa geçirebilir. Özellikle kriminal analizlerin yapıldığı, insan hayatına odaklı şüphelerin araştırıldığı programların her detayın üzerinden iki kez geçmesi gerekir.
Bilimsel araştırmalara göre televizyon izlenme oranlarının yüksek olduğu ülkelerde dikkat eşiği belli bir zaman sonra reklamlara göre değişebiliyor. Yani 20 dakikada bir reklam izliyorsanız, dikkat eşiğiniz 20 dakikaya düşmüş olabilir. Sonrasında 20 dakikayı geçen bir derse ya da toplantıya odaklanamamanız söz konusu olabilir. Bu sebeple öğretmenlere dersin belli bir süresinden sonra anektod ve fıkra anlatmalarını öneren uzmanlar mevcut. Beynimiz izlediğimiz şeylere göre yeniden kurulum yapıyor diyebiliriz. Kısacası televizyon evrensel kültürün oluşmasında da kültürel yozlaşmanın başlangıcında da en önemli unsurlardan biri. Eminim Müge Anlı da, işini başarıyla sürdürmek isteyen diğer sunucular da daha aydınlık
günlerin haberlerini vermek istiyorlardır artık. Ama biliyorum ki sektör yarışındaki çark mekanizması döndüğü müddetçe kaos ve endişe çoğunlukla umut ve neşeye galip gelecek. Yanılmak dileğiyle...
Güzel günler.