Beyaz atlı prens, boşuna gelme!

Beyaz atlı prens, boşuna gelme!
Tam şu anda bir yerlerde minicik bir bebek doğdu. Duyabiliyor musunuz ağlayışını? Pembe topukları, kibrit çöpü parmaklarıyla dünyalar güzeli bir kız.. Muhtemelen onunla hiç tanışmayacağız. Ama biliyoruz, o doğdu. Ve hayatla tanıştığında şansının yaver gitmesini dileyeceğiz. Elini kolunu usanmadan çekiştirecekler çünkü. Gece yarısı bir sokak arasında korkusundan beresine sıkıştırdığı uzun saçlarından, bir heves alıp dolaba gömdüğü mini elbiselerinden, hayatının en zarif yerinden.. Çabalamalısın. Ama çok da değil. Yoksa erkeği tehdit etmiş olursun. Hayat herkes için zor. Onun içinse iki defa zor. Peki medya kadınların hayatını kolaylaştırmak için neler yapıyor?

Geçmişten itibaren hayatımıza kazınmış yerli dizileri düşünüyorum. Kahramanlar kendilerine olan hayranlığı daima şiddet, aşk ve kıskançlık ekseninde kurmuşlar. Kadınına sahip çıkan erkekler, erkeği için türlü cefaya katlanarak 'gerçek aşk' tablosunu çizen kadınlar.. Erkek güce, gurura ve saygınlığa tapar. Kadının ezberinde ise ya erkeğin aşkına ihtiyaç vardır ya da kötülük sarmalının içinde kaybolmuştur.


Başka bir dünya mümkün!

Dizileri hayatımızda kötü giden şeylerden sıyrıldığımız için seviyoruz. Onların masallarında bizler de prenses oluyoruz. Ama bir anda, puf! Beyaz atlı prens gelip aklına eseni okuyor. Prensesi alıp yerden yere çarpıyor. Yetmiyor, onu kibirinin yüksek duvarlarından aşağı sallandırıyor. Canı isterse çapkınlık turlarına çıkıyor, sıkıcı bir serenatla her şeyi geri kazanabilir nasılsa. Canı isterse kadının hayatıyla kumar oynuyor. Kadın tüm yaşam birikiminden ve donanımlarından vazgeçer elbette..

Geleneksel ataerkil söylem ''Yok mu daha arttıran?'' diye salyalarını akıtırken bu karakter kodlarına her geçen gün bir yenisi ekleniyor. Yerli dizilerin çoğunu izleme fırsatı buldum bu yaz.. Neredeyse tamamında esas oğlan esas kızın dudaklarına zorla yapışarak onu aklınca aşka davet ediyor. Kendini geri çeken kadının vay hâline! ''Gül gibi çocuğu nasıl itersin hooop'' diye seyirciler tarafından bile bir güzel haşlanıyor. Televizyon piyasasında izlenme oranları, gelir kaygısı ve yarış tutkusu birbirine karışıyor.

Tüm bunların sonucunda öpüşmediği için kendini yetersiz sayan genç kızlar ve onları geri kafalı olarak niteleyen genç erkekler yetişiyor. Elbette bu jenerasyonun günahını tamamiyle dizilere yıkmak imkansız. Peki o günahta payının olmadığını düşünerek yola tam gaz devam etmek ne kadar doğru?


Güç bizde!

Yalnızca diziler mi, reklamlar bile içten içe ele veriyor zihniyetlerini.. O kaliteli markaların o duymaya alıştığımız sesleri çoğunlukla erkeklerden oluşur. Çünkü erkek sesi güvenilirliği temsil ediyor. Yine dizilerde kadınların çoğu pasif rollerde yerini alıyor. Kaslı, yakışıklı ve zalim erkekler vitrinleri süslerken kadına ezilen narin çiçek rolleri biçiliyor. Erkeklerin şiddetine ve baskısına dizilerde tanık oluyoruz ama o erkeğin uzaklaştırma cezası aldığını göremiyoruz. Suç burnumuzun dibinde, cezalar Kaf Dağı'nın ardında.. İşte böyle küçük detaylar biraraya geldiğinde yaşamın ta kendisini oluşturuyor.

İşinde son derece başarılı, erkekler için kendini paramparça etmeyen, masumiyeti aptallıktan ileri gelmeyen, esprili ve özgüvenli kadınlar tanıyorum. Sizler inanmasanız da bizler yaşıyoruz. Poposuyla dünyaları devirecek kadar sakar, gücü salt dişiliğinde görecek kadar ahmak olmadığımızı görmek sandığınız kadar zor değil. Tüm dünyayı omuzlarında taşıyan, her şeyin sahibi ve hakimi olan erkekleri pistin kenarına alalım lütfen. Zira erkeklerin de zaman zaman hassas olmak ve güçsüz hissetmek gibi bir hakları var.

Şimdi kadınlar için dans vakti..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER