Bizde çok oturmuş olmasa da Amerikan televizyonları için
gece yayını çok önemlidir. NBC, CBS ve ABC’nin talk-show’larının yanı sıra daha
küçük erişimi olan kanallar da pastadan pay almak için yarışa katılırlar.
Bunlardan en güçlüsü, aldığı Emmy’lerle de başarısını ispat eden, Amerikan
siyasetinin çehresini değiştirme gücünü haiz The Daily Show with Jon Stewart idi. Gece yayıncılığının çehresinin
değiştiği 2015 yılı bizden sadece David Letterman, Craig Ferguson ve Stephen
Colbert’in The Colbert Report’ta
oynadığı karakteri almadı. En sevdiğim komedyen Jon Stewart’ı da almak üzere.
Taşlar yerinden oynarken ve komedinin başkalaşımı hızla devam ederken en
sevdiğim komedyene hakkıyla veda etmek boynumun borcu.
Siyasi yönü çok kuvvetli bir adam değilim. Özellikle Türk
siyasetinin son hali ilgimi çekmekten oldukça uzak… Fakat Amerikan siyaseti hem
oyuncularının niteliği, hem mizahı kaldırabilen bir ortamda politika yapmaları
sebebiyle hep daha çok ilgimi çekmiştir. Bu itiraftan acı duymuyorum desem
yalan olur, ama durum bu. Ve bu durumun bir numaralı sorumlusu yıllardır bayıla
bayıla takip ettiğim Jon Stewart. Benim için; ve onu en güvenilir haber kaynağı
olarak bellemiş milyonlarca (çoğu Amerikalı) genç için…
Geçtiğimiz yaz birkaç aylığına görevine ara veren (ve
koltuğunu, onu hiç aratmadan John Oliver tarafından doldurulan) Stewart, kadrosunda
Haluk Bilginer’in de olduğu Rosewater’ı
çekmişti. Daha önce The Daily Show’a çıkan ve bu yüzden İran
hükümeti tarafından ajan olmakla suçlanan gazeteci Maziar Bahari’nin hikayesini
anlattığı film iyi eleştiriler almıştı. Kariyerine bu yönde devam edeceği aşikar. Zaten yönetmenlik için programa ara
verdiğinde başımıza bunların geleceğini, bizi hepten bırakacağını anlamalıydık
ama ergenliğin yeri yoktu, üzerinde durup evhamlanmamıştım. Arada birkaç
Netflix Özel Komedi Programı falan yapsa da gönlümüz olsa… Keşke. 52 yaşında
olmasına rağmen komedyenliği asla bırakamayacağını röportajlarında dile
getiriyor, elbette inanmayı tercih ediyorum.
Jon Stewart kimdir derseniz, tam bir Türk alışkanlığıyla
durumu benzetmeyle açıklayayım. Jon Stewart, Metin Uca’nın, hadi biraz daha
zorlarsak Kadir Çöpdemir’in olmaya çalıştığı kişidir. Gerek komedyenlerimizin
sınırlı mizahı, gerekse Türkiye’deki “isteseler de yapamazlar ki” atmosferi
onların bu gelişimini engelledi malumunuz. Gerek cesaret eksikliğinden, gerekse
politik mizahın hak ettiği keskinliği günlük bir programa taşıyacak kalem gücü ülkemizde
pek olmadığından. Bu bambaşka bir tartışma konusu, masaya yatırılabilmesini
fazlasıyla dilediğim…
Müthiş bir yazar ekibini de arkasına alan Stewart 16 yıldır haftanın
4 günü, güncel haberleri ele aldığı mizahi bir haber bülteni sunuyor. Sadece
ABD ile ilgili değil, tüm Dünya ile ilgili haberlere yer veriyor. Özel
röportajlar yapılıyor, özel dosyalar hazırlanıyor. Herkese hitap etmeyi amaç
edinen “ciddi” haber bültenlerinin aksine programdaki Jon Stewart’ın bir
inanışı, savunduğu bir fikri ve karşısında durmaktan asla çekinmediği görüşleri
vardır. “Programdaki” diyerek altını çizdim, zira ekran kimliği ve gerçek
kişilik arasında ayırıcı bir çizgi çekmenin önemli olduğunu düşünüyorum.
Stephen Colbert gibi bambaşka bir karakteri oynamıyor olsa da Stewart’ın The Daily Show’da ağzından çıkan her şeyin
faturasını yine Stewart’a kesmek haksızlık olur. Ekibin ne büyük bir iş
başardığını ve etkisini görmek için youtube’a son yıllarda aklınıza gelen
önemli siyasi olayları yazıp yanına “Daily Show” kelimelerini eklemeniz
yeterli. Obama’nın seçimi, Charlie Hebdo olayı, 11 Eylül saldırıları, Putin Rusya’sının
homofobik tavırları, Kim Jong Un’un ülkesine yaşattıkları… Harika taşlamalarla
karşılaşacağınızdan emin olabilirsiniz.
Jon Stewart sadece müthiş bir komedyen olarak başarılara
imza atmadı, kurduğu ekipte birçok yıldız komedyen yetiştirdi. Stephen Colbert’in
adı zaten yazıda sıklıkla geçti. Kendisinin ne kadar önemli bir isim olduğunu
anlatmak için efsane isim David Letterman’ın bayrağını devralarak Eylül’de The Late Show’u sunmaya başlayacağı
bilgisini vermem yeterli olur sanırım. TBS kanalına geçip yeni bir programa
başlayacak olan Samantha Bee ve eşi Jason Jones; hem siyahi, hem de kadın olarak
her iki cepheyi de müthiş temsil eden ve yumruğunu esirgemeyen Jessica
Williams, kendine has mizahından ödün vermeyen Aasif Mandvi, müthiş seslendirme
performanslarına oyunculuğu da ekleyen Kristen Schaal ileride adlarını çokça
duyacağımız dehada isimler. The Daily
Show’dan çıkan bence en önemli isimse şimdilerde HBO programı Last Week Tonight ile tarih kitaplarına
geçecek, hem gazetecilik hem de televizyonculuk okullarında ders olarak
okutulacak bir performans sergileyen İngiliz komedyen John Oliver. Ki Stewart’ın
yokluğunun açacağı yarayı kendisiyle tedavi etmeyi planlıyorum.
The Daily Show bayrağını
yeni yayın döneminde Trevor Noah adlı genç bir komedyen alacak. Açıkçası
böylesine önemli bir koltukta bir kadın görmeyi, hatta hayalgücünün sınırı yok
ya, Tina Fey ya da Amy Poehler’ı görmeyi çok isterdim. Noah’ın programdaki
sayılı segmentlerine çok bayıldığımı da söyleyemeyeceğim. Yine de Comedy
Central’ın altın yumurtlayan tavuğunu altının kaynağına hemencecik ulaşmak için
katledecek birine emanet edeceğine ihtimal vermediğimden umudumu taze tutuyorum.
6 Ağustos'ta ekrana gelecek son Jon Stwart programını ise gözlerimde yaşlarla
izleyeceğimden eminim. Yaşların bazısı üzüntüden akacak evet, ama çoğu her
zaman olduğu gibi kahkaha kaynaklı olacaktır. Jon Stewart’tan aksi beklenmez.