Sezonun en iyi
yeni dizisi olarak nitelediğim Jane the
Virgin 27 Nisan’da Foxlife’ta başlıyor! Hikayesinde on bölümde ancak bir
adım atan Türk dizilerinden sıkıldıysanız, yabancı dizilerin temposu bile sizi
kesmiyorsa aynı anda ona yakın hikayeyi tıkır tıkır işleten, temposu saniye
düşmeyen bu diziye bayılacaksınız.
Juana la Virgen adlı Venezuela dizisinden uyarlanan Jane the Virgin dıştan bakıldığında biz
çocukken annelerimizin izlediği pembe dizileri andırıyor. Entrikalarla örülü
hikayeler, İspanyol güzeller, kötü kadınlar, onların ağında yakışıklı erkekler…
Ama JTV bu kalıpların kafamızdaki
önyargılarını daha ilk bölümünde paramparça edip üzerine yepyeni bakış açıları
inşa etmeye koyuluyor. Ve bugün geldiğimiz noktada gerçekten eşi benzeri
görülmemiş bir komedi-dram harmanıyla birçok hikayeyi müthiş bir ustalıkla anlatıyor.
Miami’de geçen
dizi yazar olma hayalleriyle yanıp tutuşan, diğer yandan öğretmenlik yapmak
isteyen saf ve temiz Jane’in gittiği jinekolog muayenesinde bir tüp bebek
hastasıyla karıştırılıp hamile “bırakılması”yla başlıyor. Kendisini evlendiği
geceye saklayan Jane, onu tek başına yetiştirmiş çılgın annesi Xiomara
(Ziyomara diye okunur) ve dindar anneannesi Alba büyük bir şok geçiriyor
elbette. Jane’i hamile bırakan spermin sahibi bir türlü ulaşamadığı gençlik
aşkı ve çalıştığı otelin sahibinin oğlu olunca işler daha da karışıyor. Jane’in
nişanlısı polis Michael, sperm sahibi ve arzu nesnesi Rafael, onunla parası ve mevkii
aşkı için evli kalıyor gibi gözüken kötücül Petra ve peşindeki belalısı, Petra’nın
tekerlekli sandalyeye mahkum vamp annesi, Rafael’in gözü işten başka hiçbir şey
görmeyen babası ve hepsi birbirinden olabildiğine farklı daha nice karakter…
Hepsi tıkır tıkır işleyen dizide bir dişliyi oluşturuyor ve mekanizmanın
sağlıklı bir şekilde yürümesini sağlıyor.
Ama dizinin iki
efsane karakteri var, ki onlara ayrı paragraf açmadan olmaz. Biri Arrested Development’tan bu yana görülen
en komik dışses “Anlatıcı”; diğeri de pembe dizi oyuncusu, dev egosu ve
özgüveniyle hayretlere düşüren Rogelio de la Vega. İkisini de dikkatli takip
etmenizi öneririm, aklınızdan bir daha çıkmayacak kadar iyi yazılıp
oynanıyorlar.
JTV’nin en önemli özelliği nice komedi dizisinden kat be kat komik oluşu.
Dramı yeri gelince sonuna kadar hissettiren dizi, en son Gilmore Girls’de gördüğümüz büyük başarıyı bize yeniden
hissettiriyor. Zaten dizinin yaratıcısı Jenni Snyder Urman Gilmore Gİrls yazmış bir senarist, başarısı şaşılacak şey değil. Kurulan
yazar ekibi de yine televizyonun çok iyi işlerinden gelme isimler olunca ortaya
mis gibi bir hikaye çıkıyor işte.
Biliyorsunuz The
CW çok iyi diziler yayınlasa ve eleştirmenlerden övgüler toplasa da ödül
törenlerinde pek yüzüne bakılan bir kanal değildir. Jane the Virgin bu talihsizliği bile sonlandırabilecek güçte bir
dizi. Müthiş başrol oyuncusu Gina Rodriguez bu seneki Altın Küre Ödülleri’nde En
İyi Komedi Aktristi ödülünü kucakladığında bunu hepimiz gördük. Emmy’lerde aynı
başarı tekrarlanır mı, şüpheliyim. Malumunuz onlar daha örümcek kafalı olarak
yollarına devam ediyor. Yine de bu şahane başarıyı göz ardı etmemek lazım.
Dizi çok hızlı
ilerlediği ve sürekli yenilendiği için sürprizleri açık etmeden ancak bu kadar
anlatılabiliyor. Kadın erkek fark etmez, pembe dizi deyip geçmeyin; Jane the Virgin’i bir bölüm izledikten
sonra çılgınca eğlenmiş gibi hissetmezseniz tepeme binebilirsiniz.