Küresel pandemi, deprem,
yangın, uçak kazası, sel, çığ gibi türlü felaket ve ölümlerle canımızdan
bezdiren, kaygı, korku ve üzüntüyle geçen 2020 yılı, giderayak canımız Selim
Koçovalı’yı da bizden alarak kederimize keder ekledi. Dizinin başından beri iki
haftada bir öleceği söylentisi çıktığı halde hepsini bir şekilde bertaraf eden Selim de
2020 yılından sağ çıkamadı.
Arada heyecanlandıran
bazı yapımlar için niyetlensem de bir türlü kendimde o gücü/hevesi bulamadığım
için uğrayamadığım raninitv yazı giriş paneline, Çukur’un bu en özel
karakterinin ölümüyle çöken hüznü paylaşmak için bir veda ve takdir yazısıyla
dönmek kısmetmiş 2020 bitmeden.
Siz Selim Koçovalı’yı sevenlerden olmak ne demek nerden bileceksiniz?
Çukur’la ve Selim Koçovalı’yla
tanışmam bu yıl covid-19 belâsı hemen her şey gibi tiyatroları da vurmadan önce
izlediğim son oyun olan Dünyada Karşılaşmış Gibi’nin 10 Mart gösterimi
sonrasına tekabül ediyor. Öncesinde de çok sevdiğim, ancak tiyatro sahnesindeki
mükemmelliğine şahit olduktan sonra kendisine olan hayranlığımı bambaşka boyuta
taşıyan Öner Erkan’ın içinde yer aldığı her şeyi izleme isteği ve birtakım
tesadüfler sonucu edindiğim Çukur’da eşcinsel bir karakteri oynadığı bilgisiyle
kendimi youtube’da Selim Koçovalı sahnelerini izlerken buldum. Üç sezondur
devam eden diziyi sosyal medyada alay konusu olan birtakım aksiyon
sahnelerinden biliyordum ve doğrusu içerdiği yüksek toksik maskülinite ile
hiçbir şekilde bana hitap eden bir dizi değildi. Ama Selim başkaydı, Öner ise
bambaşkaydı. Böyle bir dizide (hani Bir Başkadır’da da betimlenen hedef
kitlesiyle) böyle bir oyuncu/karakter izleyebilmek bir hayli şaşırtıcıydı. Bu
kısa sahneleri izleye izleye tüm diziye de hâkim olmuştum. The Godfather
esinlenmeli, Gomorrah çağrışımlı dizinin özellikle ilk sezonu senaryo açısından
da başarılıydı. Ancak sonrasında diziyi sırtlayan, nadir de olsa güzel yazılan
sahnelerde takdir toplayan oyunculuklar ve ilginç bir şekilde müziklerdi.

Hiç ışık yok, farkındayım.
Vartolu gibi bir karakter daha vardı mesela.
İlk sezonun Selim ile birlikte antagonistlerinden. Onun da çok özel bir
sevgisiz büyüme hikâyesi vardı, bu memlekette Salih’inki gibi çok kaybolmuş
çocukluk vardı. Ancak Selim başkaydı. Onun kimsesizliği sanki bize daha
yakındı. Annesi-babası hep yanındaydı ama ona çok uzaktılar. En sevilen çocuk Yamaç
bile onlardan kaçmıştı ama Selim hiçbir yere gidememişti. Ailesini en çok o
sevmişti, her birini. Biraz takdir görebilmek için ses etmeden ne istenirse
yapmıştı. İstemediği halde evlenmiş, genç yaşta baba bile olmuştu. En
akıllıları olmasına rağmen ne yaparsa yapsın onlar gibi olmayı bir türlü
başaramadığı için hiç sevilmemişti. Korkaklıkla suçlanmış, görmezden
gelinmişti. Her Allah’ın günü kendini ispat etmeye çalışıp hiç kimseye
yaranamayınca, bunca ötelenme sonucu biriken öfkesinin kurbanı olup, bir diğer
yaralı çocuk Salih’le işbirliği yaparak başta babası olmak üzere Çukur’a savaş
açmıştı. Ve kazanmıştı da. Ta ki aslında kazanamadığını anlayıncaya kadar.
Doğuştan bir talihsizdi. Ölmek istemiş, ölememişti. Hikâyesinin bir sonraki
kısmında ise aslında ne kadar güçlü olduğunu anlamamızı sağlayacak şekilde
herkes tarafından tekrar kabul görene kadar pes etmeden, sabırla beklemiş,
dağılan aileyi neredeyse bütün fertlerini tek tek ölümden kurtararak yine Selim
bir araya getirmişti.
"Çukur evimiz Selim babamız." diyecektik daha.
Hain olarak başladığı
yolculuğuna herkes tarafından kabul görüp aileyi bir araya getiren evlat, abi,
eş, baba olarak devam etti, aklıselim planlarıyla idol, idol dedirtti, sona
geldiğimizde de sana liderlik yakışır dedirten gelişimiyle ölümüne ağlatacak
kadar kendini sevdirdi.
Bir fotoğraf ne kadar üzebilirse o kadar üzdü.
Bu yazıya ilham veren bu yukarıdaki fotoğraftı. Bölümden önce yazmaya başlamıştım bile. Şu an Show TV sitesinden
ileri sara sara izlediğim bölümü kapatıp yazmaya devam ediyorum. Bu fotoğraf üzmüştü,
çünkü Selim’in öleceğine (en azından bu şekilde öleceğine) inanmak istememiştik. Canım Öner Erkan tek bir karede yarım
kalmışlığı yine çok güzel anlatmayı başarmıştı. Ama Selim sevenlerin zoruyla seçilen
#SelimeVeda etiketi dünyada ve Türkiye’de gündem olmuşken, bu önemli karakter için çekilen veda
bölümü maalesef tam bir fiyasko olmuş. Polisin Çukur’a canı istediği zaman
girmesini kabullendiğimiz gibi, kağıt parçası olan tapu senetlerini elde
tutmanın mülkiyetin el değiştirmesi için yeterli olduğunu kabul etmemiz
istenmiş ki, koskoca Selim Koçovalı hastaneye gitmek yerine elinde bu
kağıtlarla kilometrelerce yürüyerek can verdi. Bari Cemil’den aldığı son darbeyle kimseye
inancının kalmadığını, hayatından tamamen vazgeçtiğini filan gösterseydiniz bir
sahneyle, onun yerine Ahmet Kaya şarkısı eşliğinde (ki bu şarkının daha önce çaldığı
bölümdeki kullanımı gayet yerindeydi) ucuz bir ajitasyon tercih edilmiş, hiç mi hiç
etkilenmedim. Bu durumda da İdris’in payının olduğunu gösteren flashback de tüy
dikti. Seni ve bıyıklarını hiç özlememişiz İdris. Her şey senin ve Sultan
şeytanının suçu. Niye sevmediniz lan şu çocuğu?

İçimizi acıtan vurgu: "Sen böyle sevmezsin ki..."
İzlediğim kısımda Sultan
ve Karaca’nın iticilikte birbiriyle yarışması sinirlendirirken Çukur ahalisinin
de Selim’i sessiz sedasız, gariban gibi uğurlaması iyice can sıktı. Selim’in
sırdaşı Ayşe, bir tek senin gizlemek zorunda kaldığın göz yaşına buruldum. Bir
de Akın’ın babasız kalışına.
Evet, Çukur’un
eleştirilecek çok yanı var. Gördüğünüz üzere izleyip izleyeceğim son bölümü de daha
fazla dayanamayıp yarıda bıraktım. Ancak prime-time’da yayınlanıp totale hitap
eden bir mafya-aksiyon dizisinde ana karakterlerden birisinin eşcinsel olması,
örtülü de olsa bunu kızına açıklaması, inceden
inceden de olsa flört(ler) yaşaması ne denirse densin takdire şayan bir durum. Bizde
yazılan eşcinsel karakterler genellikle çok karikatürizedir, stereotiptir. Öner
Erkan’ın konuk olduğu Bartu Ben dizisinde Bartu Öner’den kötü dizilerde oynayıp
nasıl iyi hissedebildiğini öğrenmeye çalışıyordu ama enteresan bir şekilde
Çukur’un Selim’i ön yargılardan uzak bir eşcinselken, Bartu Ben’deki Mercimek
karakteri ilk akla geldiği şekilde çok yüzeysel resmedilmişti mesela.
Bu üstü kapalılığın da
etkisiyle çoğu izleyici Selim’in gay olduğunu anlamadı, anlasa bile kabul
etmek istemedi, anladıktan sonra nefret etti belki. Belki de bu yüzden diziyi
izleten Koçovalı Biraderler’den ilk gidenin Selim olması çok şaşırtmadı. Benim
gibi onun sahneleri için izleyen bir kitle olmasına rağmen, çoğunluğun çok da
önemsememesi muhtemel. Ancak böyle bir karakterin varlığı, izleyen bir kişiye bile
ilham olabildiyse bence dizi büyük iş başarmıştır.
Öner Erkan'ı bir Wes Anderson filminde düşünüyorum, gözlerim kapalı.
Öner Erkan’a bu kadar az
ekran vaktiyle, bunca senaryo zâfiyetine rağmen böylesi derin ve incelikli bir
Selim yarattığı için çok teşekkür ederim. İronik biçimde Aralık ayında bir dış-gece (soğuk :)) sahnesi bitiminde gerçekleşen mütevazı,
abartısız set vedası ve samimi gözyaşlarıyla onu boşuna sevmediğimizi tekrar
hatırlattı.
Selim’i sadece bağlaması
anladı, derdini kimselere açamadı, türkülere sığındı. Sessizdi, hassastı,
kırılgandı. Sadece biraz sevilmek istemişti. Hiç mutlu olmadı, hiç kendisi
olamadı. Karaca’ya dediği gibi korkmak faydalıydı, bu sert dünyada hayatta
kalmak için elzemdi hatta. Tek bir an gardını indirip mutluluğun peşinden
gittiğini sandı, bu da sonu oldu. Hem de hayal kırıklığı içinde, bir kez daha
kalbi kırılarak.
"Hep yolcuyuz, böyle gelir gideriz."
Hayat biz planlar
yaparken başımıza gelen şeylerdir. Ethem Özışık’ın bundan dört-beş sene evvel
Ahmet Poyraz Karayel’e söylettiği gibi tarih yalnızca mutsuzları mı yazar
bilemiyorum ama yarım kalan hikâyelerin çok daha fazla acıttığı bir gerçek. Selim
Koçovalı, çukur bir mahallenin siyah takım elbiselerle örtmeye çalıştığı
gökkuşağıydı. İyi ki onu tüm renkleriyle görme şansı bulduk.
Yazı biterken Sena Şener
Her An Gidebilirim diyordu.
*Selim’in de dizide pek
güzel seslendirdiği Neşet Ertaş’ın Yolcu isimli türküsünden.