Terminal: Margot Robbie'li bir "Olağan Şüpheliler"

Terminal: Margot Robbie'li bir
Başrolde sinemanın yükselen yıldızı Margot Robbie’nin yer aldığı Terminal filmi apokaliptik bir gelecekte, adından da anlaşıldığı bir terminal ve çevresinde geçiyor. Vaughn Stein ilk uzun metraj denemesi olan Terminal’de yönetmenliğin yanı sıra senaryoyu da üstleniyor. Filmde Margot Robbie’ye Simon Pegg ve bir dönemin Austin Powers’ı Mike Myers eşlik ediyor.

Film bir kiralık katil olduğunu kısa sürede öğrendiğimiz Annie’nin (Margot Robbie) suç dehası Bay Franklyn’e kendini kanıtlama arzusuyla başlıyor. Kimseyle yüz yüze görüşmeyen, iletişimini telefonla ve etrafa bıraktığı notlarla kuran Bay Franklyn’e kendisini kanıtlamak içinse bir “oyun” hazırlıyor. Bu oyunda kendisine eşlik edenlerse birlikte çalışan iki kiralık katil: Vince (Dexter Fletcher) ve Alfred (Max Irons). Annie bir yandan Terminal’in hemen yanındaki mekanda garson kılığında avucunun içindeki kurbanlarıyla oynuyor, bir diğer taraftansa ne Bay Franklyn ne de Vince ve Alfred ile bir alakası olan edebiyat öğretmeni Bill (Simon Pegg) ile ilginç bir arkadaşlığa başlıyor. Bizler ise bir taraftan Annie’nin oynamakta olduğu karmaşık oyuna, bir diğer taraftan da Bill ile olan sıra dışı arkadaşlığına tanıklık edip bu işin sonunun nereye varacağını anlamaya çalışıyoruz.

Terminal’in senaryosunu yazarken Vaughn Stein’ın hangi filmden esinlendiğini daha ilk dakikalarda anlaşılıyor. Yüzünü dahi görmediğimiz bir suç dehası, bir görev ve görev sırasında karşılaşılan bin bir türlü zorluk akıllara 1995 yapımı Olağan Şüpheliler (The Usual Suspects) filmini getiriyor, ama filmin kurgusu bambaşka. Sarışın Bomba (Atomic Blonde ) ve Kızıl Serçe (Red Sparrow) tadı da yok değil. Ancak Terminal’in farkı, başından itibaren Annie’nin kurguladığı bir oyunun içinde bulunduğumuzu biliyor olmamız, Bill ile ilişkisi ise apayrı bir hikaye.

Margot Robbie her zaman olduğu gibi yine şahane!

Kuş uçmaz kervan geçmez bir terminalde geçen film bu iki hikaye arasında, Annie ve Bill’in dostluğu ile Annie’nın kurguladığı oyun arasında gidip geliyor. Oyun birkaç haftalık süreye yayılmış olarak anlatılırken Annie ve Bill’in arkadaşlığı birkaç saatlik zaman diliminde geçiyor. Vaughn filmi bu iki hikaye arasındaki geçişlerle hareketlendirmeye çalışıyor, ama geçişler bir yerden sonra insanın kafasını karıştırıyor, yormaya hatta kafa ütülemeye başlıyor. Dürüstçe söylemek gerekirse insanın sınırlarını zorluyor. Fakat Annie’nin üç farklı yönünü görmemizi sağladığı için aslında önemli yere sahip bu hikayeler, ama tabi insan yorulunca bu detayların farkına varmakta zorlanıyor. Bir tarafta soğuk kanlı bir kiralık katil olan Annie, bir tarafta Vince ve Alfred’i kandırmak için salak kız ve iş kadını rollerinin ikisini de aynı anda üstlenen Annie, bir diğer tarafta ise nedenini bilmediğimiz bir şekilde kendini Bill’e açıyormuş gibi gösteren ancak aslında yalnızca karşısındakini kendi etkisi altına alan anlayamadığımız bir Annie yer alıyor. Aslında Vaughn filmin sonuna dair sürprizin ipuçlarını buralarda veriyor, ama aynı bir sihirbaz gibi insanın dikkatini öyle güzel dağıtıyor ki izleyici gözden kaçırıyor bu detayları; aynı Now You See Me filmlerinde olduğu gibi.

Açıkçası salondan çıktığımda insanların Terminal filmi hakkında bu denli olumsuz konuşmasını beklemiyordum. Tamam, harika bir film değil ve oldukça da yorucu. Ama en azından mantık hatası (ben gördüğü kadarıyla) neredeyse sıfır, kimi yer insanın aklına takılıyor ama cevabını filmin ilerleyen kısımlarında alıyor (Annie’nin hallerindeki tutarsızlıklar gibi sorular). Her ne kadar izlerken yorsa da insan sonunda ne olacağını, özellikle de Bill’in bu hikayedeki rolünü merak ediyor, dolayısıyla film de kendini öyle ya da böyle, yorarak ama sıkmadan izletiyor kendini. Filme bayıldım mı, bayılmadım, ama Atomic Blonde ve Red Sparrow’a kıyasla daha çok sevdiğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Yani Metascore’una ya da IMDB puanına pek bakmamak lazım, izlendiğine pişman etmeyen keyifli bir film, atmosferi için bile izlenir.



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER