Ufak Tefek Cinayetler: Entrika ne yana düşer, bilim kurgu ne yana?

Ufak Tefek Cinayetler: Entrika ne yana düşer, bilim kurgu ne yana?
Yazıya başlamadan önce belirtmek isterim ki dizi izlerken senaryo konusunda ısrarcı olma gibi bir hakkı olduğuna inanan, sevdiği çift illa ki kavuşsun isteyen, iyiler kazansın kötüler Allah’ından bulsun, toplumda öfkelendiğimiz ne varsa bir dizi karakteri ile düzelsin isteyen birisi değilim. Dizilerdeki her şeyin çok mantıklı olmasını ve gerçek hayatı birebir yansıtmasını da beklemem, nihayetinde belgesel izlemiyoruz, izlediğimiz şeyler birilerinin oturup ‘uydurduğu’ hikayeler, seversek izleriz, sevmezsek kanal değiştiririz, çok seversek üzerine yazarız, yazılanları okuruz, bu şekil bir izleyici türüyüm. Birazdan Ufak Tefek Cinayetler’in son bölümünün ardından yazacaklarım bu fikirlerimle çelişiyormuş gibi görünse de değil aslında, sevdiği bir diziyi haybeye kaybeden birinin üzüntüsü olarak okumanızı rica ederim.

Epeydir eskisi gibi zevkle izlemiyordum Ufak Tefek Cinayetler’i, mantık hataları, devamlılık sorunları, unutulan konular diz boyuydu. Tıbbi ve hukuksal hatalara değinmiyorum bile zira konuların uzmanı değilim ancak internete girebilen ortalama bir insanın bile karşılığı olmadığını gördüğü şekilde işlenip duruyor konular. Bunları gülüp geçerek ve hikayeye bir yerinden geri döneceğimiz umuduyla izledik ancak 27.bölüm itibariyle bunun olabileceğine inanmıyorum artık zira mevzu bir hikaye anlatmaktan çoktan çıktı. Bütün bir bölümün üzerine kurulduğu konuya, Oya’nın zehirlenmesine bakalım mesela. Oya kadın doğum doktoru, iyi de bir doktor olduğu bize daha önce bir çok defa anlatıldı, umutsuz hastalara şifa vermişliği var, işini seven, çalışkan bir kadın. Şimdi bu kadın mı tutup da yıllardır görmediği, şöyle böyle hatırladığı bir okul arkadaşının lafı ile deneysel bir çalışmaya girecek? Çocuk sahibi olma umudu Oya’nın çok hassas bir noktası ve bu yüzden muhakemesinde bir parça azalma olmuş olabilir ama laf olsun diye bile mi merak etmezsin sana ne verildiğini, yan etkilerden hiç mi şüphelenmezsin? Sonra gelelim Merve’ye, tamam aşırı entrikacı olduğunu iyice anlayalım da bu doktor kadını nasıl bulup da Oya’nın hayatına soktun, bir insanı bu kadar kolay nasıl ikna ettin cinayete? Merve Aksak entrikacılığının hastasıydık bir zamanlar ama yaptıklarındaki ince görmeyi seviyorduk, ‘Vay, onu da mı düşündün bea?’ deyip sırtını sıvazlıyorduk. Artık böyle bir şey kalmadı, bir entrika yazıyorsun ve hoop, oluyor. ‘Bugün yine Merve çok kötü şeyler yapar’ gibi bir senaryo izliyoruz neredeyse. Üstüne bir de Merve’nin ne entrikacı olduğunu en çok bilen iki insan olan Serhan ve Oya’ya da tam manasıyla kal geldi, ne derse yapıyorlar, hiçbir şeyi sorgulamıyorlar. ‘Gel bize portakallı kereviz yap’ ‘Aa tamam hemen geliyorum’. Kimse demiyor mu bu nasıl saçma bir istek, nereden çıktı, ya da yapayım göndereyim? Sonra sevgilisinin evine, sevgilisinin çocuğuna portakallı kereviz yapmaya giden bir insan gitmeden o sevgiliyi aramaz mı, hadi biri aramadı, diğer sevgili sormaz mı ‘Sen hayırdır?’ diye.

Sorarım size, çok severek izlediği bir dizide ‘Haa, bir de arabada bluetooth’la konuşuyormuş, artık bu bilgiyi ne yaparsın bilmem’ diye bir cümle duyunca üzülmez mi insan? Bu üzülmenin bir sonraki aşaması da dalga geçildiğini hissetmek oluyor ve takdir edersiniz ki bu şekilde bir diziyi izlemek oldukça zor. Entrikalı mevzular yazmak ve onları incelikle birbirine bağlamak zor bunu kabul ediyorum ama hikaye anlatmak ile ‘Ne uydurursam gider’ diye düşünmek (öyle yazılmıyor hiçbir metin muhakkak ama izleyiciye geçen bu) arasında da oldukça kalın bir çizgi var. Ufak Tefek Cinayetler’de uzun zamandır ikincisini yaşıyoruz gibi hissediyorum. Eski Ufak Tefek Cinayetler’e kavuşmak umuduyla iyi seyirler dilerim. 


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER