Söz konusu uyarlama olduğunda piyasanın en iyi yönetmenleri
arasında yer alan Steven Spielberg uzun
bir aranın ardından karşımıza yeni bir bilimkurguyla çıkıyor. Ernest
Cline’in kitabından uyarlanan filmin senaryosunu ise Cline’in yanı sıra gelecek
yıl vizyona girmesi beklenen Suicide
Squad 2 filminin senaristlerinden Zak
Penn üstleniyor. Başrolde 21 yaşındaki Tye
Sheridan’ın yer aldığı Ready Player
One, sanal dünya ile gerçek dünya arasındaki ince çizginin yok olduğu, bilimkurgu
türünde aksiyon dolu bir macerayı konu alıyor.
Hikaye bizi günümüzden yaklaşık 30 yıl sonrasına, 2045
yılına götürüyor. Robot teknolojisinin artık iyice ilerlediği, pizza
kuryelerinin yerini bile droneların aldığı bu dönemde kendimizi Columbus,
Ohio’ya, banliyölerin yerini üst üste yığılmış konteynırların, hurda arabaların
aldığı metal bir dünyada buluyoruz. İnsanların sorunlarla uğraşmak yerine artık
alışmayı tercih ettiği yeni dünyada ise bizler, anne babasını bir kazada
kaybetmiş olan Wade’in (Thy Sheridan)
hayatına konuk oluyoruz. Wade de herkes gibi hayatını sanal dünyada, bir oyun
olmaktan çıkıp artık gerçek dünyanın yerine geçen OASIS’te yaşıyor. Herkesin
yeni bir kimliğe bürünebildiği, istediği cinsiyet, ırk ve türde bir avatar
yaratabildiği OASIS’te gerçek hayatta yapamadıklarını yapmanın özgürlüğüne
erişiyor. İnsanların hayallerini yaşadıkları, yeni heyecanlar tattıkları,
arkadaş edinebildiği hatta hayatını bile kazanabildiği sanal dünyada Wade,
burada edindiği ama gerçek hayatta hiç görmediği arkadaşlarıyla birlikte
OASIS’in kurucusu James Halliday’in (Mark
Rylance) bıraktığı mirasın peşinden koşuyor. Bu miras ise Halliday’in oyun
içine sakladığı bir Easter egg’in (paskalya yumurtası) içinde. Onu bulan kişi hem
OASIS’in kontrolünü hem de dünyanın en büyük şirketi olan OASIS’in hisselerinin
sahibi olacak. Hikaye ise üç aşamadan oluşan bulmacanın ilk aşamasını çözmeyi
başaran Parzival rumuzlu Wade’in arkadaşlarıyla birlikte, OASIS’i ele geçirmeye
çalışan IOI isimli şirkete karşı verdiği mücadeleyi anlatıyor.
2045 yılının metal dünyası işte böyle bir yer... Burası konteynırlardan oluşan Yığınlar, Wade'in mahallesi.
Günümüz bilimkurguları genellikle farklı bir zamanda
geçenler ve farklı bir boyutta geçenler olarak ayırılır. Ready
Player One’da ise bir bakmışsın OASIS’in sanal dünyasındayız, hemen
ardından ise yine 2045 yılında! Filmdeki zamansal atlamaların sayısı ise çok
daha fazla, çünkü Halliday ipuçlarının hemen hepsini 80'li ve 90'lı yıllara birer
gönderme olarak tasarlamış. Ready Player
One’ı sıra dışı kılan ise sanal ya da gerçek dünyada olmamız fark
etmeksizin gelecek ile geçmiş arasındaki bağın sürekliliğini vurgulaması.
Ready Player One ilk
bakışta kapitalizme karşı verilen onurlu bir mücadele gibi görülebilir, ama
OASIS’in hikayedeki yeri bunun da ötesinde. OASIS, insanlara sıfırdan başlama
imkanı sunan yeni bir dünya, hatta Yenidünya’nın kendisi. Nasıl hayallerini
yaşamak isteyen Avrupalılar Amerika’ya göç etmiş ve Amerikan Rüyası sloganıyla
kendilerine yeni bir kimlik yaratmaya çalışmışlarsa, insanlar da şirketlerin
yönettiği gerçek dünyadan sıyrılıp özgürleşmek adına OASIS’e sığınmış. Bir oyun
olarak başlayan OASIS de şekil değiştirmiş, alternatif bir hayat sunmaya
başlamış; öyle ki bir noktadan sonra gerçek dünya ile OASIS arasındaki sınırlar
iyice silinmiş. İnsanlar burada görev yaparak, parçalarla (item) bularak para kazanır
olmuş, dolayısıyla çalışarak değil OASIS evreninde yaşayarak hayatlarını
sürdürebilme imkanı bulmuş. Wade’in teyzesi örneğinde olduğu gibi ev almak için
buraya umut bağlar hale gelmişler. Gerçek ile sanal arasındaki sınırın ortadan
kalmasıyla ise insanlar gerçek hayattan uzaklaşmaya başlamışlar, filmin başında
Yığınlar’daki hayatlardan gördüğümüz kesitler de bu kopukluğun kanıtı.
Art3mis (Olivia Cooke) ve Parzival (Thy Sheridan) anahtarı IOI'dan önce bulabilecek mi?
Steven Spielberg imzalı
filmi değerli kılan yalnızca bu sanal-gerçek ilişkisi değil elbette; örneğin
ben insanların borçlarını ödemek üzere alıkonulduğu Sadakat Merkezleri’nin
kapitalist sömürünün yeni formu ortaya çıkmasına hayran kaldım. Peki film
bununla kalıyor mu? Hayır, asla! 80'li ve 90'lı yılların bugün bile önem
kaybetmemiş değerlerine yapılan göndermelerle film daha da keyifli bir hal alıyor.
Ready Player One’ı benzerlerinden
ayıran farkı ise bu göndermelerin yalnızca arkada duran bir poster ya da bir
cümlelik alıntıdan ibaret kalmaması, hikaye içinde aktif şekilde rol alması yaratıyor.
Hani çizgi roman uyarlamalarında hayranların içine sinmemesi gibi bir sorun
vardır ya, Ready Player One bunu aşıyor
işte. Yalnız izleyiciyi değil, söz konusu oyunlar olduğunda MIT profesörü kesilenleri
bile tatmin ediyor. Sonundaki “gerçek dünyadan kopmayın” mesajı, “kendinizi kapitalizme
kaptırmayın” uyarısı ile ömrünü bilgisayar başında geçiren gençlere seslenen
filmi imkanı olanlar kesinlikle IMAX izlemeli. Kısacası Ready Player One haftanın, hatta bu son dönemin en iyi filmlerinden
biri. “Nasılsa internete düşünce izlerim” demesin kimse, tadına ancak perdede
varılabilecek bir film, kaçırmayın.