The Push: Hepimiz katil miyiz?

The Push: Hepimiz katil miyiz?

Uzun zamandır ekran karşısında bu kadar izlediğimi ve kendimi sorguladığım bir yapım izlememiştim. Netflix’te yayına giren Derren Brown: The Push, bu durumu ne kadar özlediğimi hatırlattı.

The Push bir sosyal deney. İngiliz mentalist Derren Brown’ın müthiş kurgusuyla “sosyal itaat” kavramının üzerine gidiyor, sınırlarını zorluyor. İçinde bulunduğunuz durumlar, konuşmaları ve eylemleriyle sizi etkileyen insanlar “Asla yapmam,” dediğiniz şeyleri yapmaya sizi ikna edebilirler mi? İtaat güdümüz bu kadar güçlü mü? Zorlu bir seçim sürecinden geçen bir aday, paravan projeden ret aldıktan bir süre sonra, hayatına normal bir şekilde devam ederken kendini inanılmaz bir olayın ortasında buluyor. Katıldığı bir STK gala gecesinde yaşadıkları, onu bir insanı binanın tepesinden aşağı itmek zorunda kalma noktasına getiriyor.

The Push’un sorduğu soru: Görece iyi insanlar sosyal itaat dürtüsü sebebiyle bir insanı öldürebilecek noktaya getirilebilir mi? Hemen cevabı düşünmeye başlıyorsunuz, değil mi? “Ben hayatta birini öldüremem,” demek çok kolay. Oysa zavallı kurbanımız incelikle hazırlanmış olay örgüsünde, insanların komutlarıyla öyle şeyler yapmak zorunda kalıyor ki, damlaya damlaya göl olup iş cinayet işlemeye geldiğinde seyirci olarak bunun mümkün olduğuna inanmaktan başka çareniz kalmıyor.

Ekran karşısında, mizansenin herhangi bir aşamasında ne yapacağımızı sorgularken aslında ikiyüzlülüğümüzle de yüzleşiyoruz. Kendi evimizin rahatlığında, o stresi gerçekçi bir şekilde hissedemezken, gerçek kimliğimiz ortaya çıkamıyor haliyle. Ben mesela, daha seçme aşamasında projeden eleneceğimden; hadi olmadı diyelim, daha mizansenin ikinci aşamasında itaat etmeyi bırakacağımdan adım gibi eminim. Ve bu düşüncemin doğru olmayabileceği gerçeğiyle karşı karşıya kalmış olmak iki gündür beni inanılmaz huzursuz ediyor, kendimden şüphe ediyorum.

Türk seyirciyiz ve ekranda gördüğümüz “reality” etiketli hiçbir şeye inanmamaya şartlanmışız ya; The Push’u izlerken attığım “yok artık” nidaları bir insanın böylesi inanılmaz bir olaya sorgusuz sualsiz kapılabilmesini sorguluyordu. Oyuncuların gerçekçilikten uzak performansları, mizansendeki bazı gereksiz virajlar bence olayın etkisini biraz hafifletmiş. Çok daha ayakları yere basan bir kurguyla aynı sonuçlara ulaşılabilir ve daha etkileyici bir içerik ortaya çıkabilirdi. Her an kurbanımızın “Gizli kameralar nerede?” diyerek her şeyi sonlandırmasını bekliyorsunuz, kendinizi yeme sebeplerinize “Hala her şeyin bir oyun olduğunu nasıl fark etmez, geri zekalı?” soruları ekleniyor. Bu hissiyat muhtemelen o anın içinde bizzat yer almadığımız için doğuyor; o yüzden çok fazla eleştiremiyorum. Bu konseptte çok daha farklı işler izlemeye hazırım, Netflix’in siparişini bekliyorum.

Hakkında fazla araştırma yapmadan, hatta fragmanı dahi izlemeden 70 dakikanızı The Push’a ayırmanızı ve tırnaklarınızı köküne kadar yiyeceğiniz eşsiz bir deneyim yaşamanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Şimdi bu yazıyı bitirip Netflix’i açıyorsanız, siz de tehlikeli derecede itaatkar bir insan mısınız acaba?!

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER