Beden ve insanın hem kendi bedenini hem de başka bedenleri
tanıması üzerinden ilerleyen bir dram Touch
Me Not. Peki Adina Pintilie’nin ilk
uzun metraj filmi olan (2007’deki Nu te
supara, dar… bir belgesel) Touch Me
Not 68. Berlin Film Festivali’nde kazandığı Altın Ayı’yı ne kadar hak etti?
İlk olarak basının filme tepkisinden bahsetmek gerekli
sanırım. Zira gösterimler sırasında basının en çok salon terk ettiği filmdi Touch Me Not. Birçokları salondan çıkanların
her ne kadar “çıplak gerçeklikten” kaçtığını düşünse de işin aslı sinemaseverlerin
kaostan kaçması, sakız gibi uzayıp giden, konu etrafında döndükçe dönen ancak
bir noktaya varmak şöyle dursun yalnızca yeni kapılar açıp bu yolculuktan bu
anlatıdan artık başının dönmesiydi. Salondan çıkmasam da filmdeki bu
karmaşadan oldukça muzdariptim. Belki filmde anlatılan konulara yabancı olmamamla
da alakalı olabilir bu durum.
Röportaj üzerinden ilerleyen bir belgeseli andırıyor filmin
anlatımı, ama tam bir kurmaca belgesel demek ne kadar doğrudur, soru işareti.
Hikayesinde ise başrolde insanlarla fiziksel temas kuramayan, özellikle de cinsel
yakınlıktan kaçınan Laura (Laura Benson)
yer alıyor. Adina Pintilie ise
hikayeye, kamerasını Laura’ya çevirerek, onun bu derdine derman bulmaya
çalışarak dahil oluyor. Laura cinsel haz yaşamak için bir jigolodan yardım
alıyor ancak diğer yandan da yakınlaşma sorunu daha alternatif hizmetler/servisler
veren profesyonellerle aşmaya çalışıyor. Seksi ve cinselliği terapi olarak
kullanan profesyonellerle yaptığı görüşmelerin dışında bir de Tudor (Tómas Lemarquis) adlı bir gencin
peşine takılıyor. Tudor ise bir hastanede doğuştan fiziksel sorunlarla boğuşan Christian’ı
yakından tanımaya çalışıyor. Bizler ise bir yandan Christian’ın, Grit’in, Tudor’un
hayatlarına konuk oluyoruz, diğer yandan da Laura üzerinden insan bedeninin
derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkıyoruz.

Açık konuşmak gerekirse Touch
Me Not’ın Altın Ayı’yı nasıl kazandığını hala düşünmekteyim. Evet, kimileri
için tabuları yıkan bir film olabilir, özellikle muhafazakâr kesimin rahatsız
olacağı kesin. Yine de benim açımdan en azından bedene ve insana dair yeni bir
şeyi anlatmıyor Touch Me Not,
anlattıklarını da nedenselleştirmek yerine sığ sularda yüzerek aktarmayı tercih
ediyor. Az şeyi 125 dakika gibi uzun bir süreye yayınca da insanın içi
bayılıyor, hakikaten sıkılıyor. Gerçekten de merak ediyorum, jüri Touch Me Not’a Altın Ayı’yı verirken
neyi dikkate almış öğrenmek istiyorum. Zira sinematografik olarak ne beni ne de
salondaki yüzlerce izleyiciyi tatmin etmedi.
Touch Me Not 68.
Berlinale’nin en sevmediğim filmleri arasındaydı kesinlikle, benim için ilk 10'a dahi giremez. Isle of Dogs’un ödülü
alamaması, jürinin sinematografiye daha az önem verdiğini, daha ziyade filmin
mesajı üzerine odaklandığını gösteriyor. Ya da Trasit’i değerlendirmemeleri güncel meseleleri öncelik sırasında
yukarılarda bulundurmadıkları anlamına geliyor. Altın Ayı sahibinden hiç memnun
olmasam da, Gümüş Ayı’dan memnunum en azından. Dovlatov’un hakkı yenen bir biyografi olacağını sanıyordum, jüri
beni yine şaşırtıp Dovlatov’a hakkını
verdi. Yine de Touch Me Not kararından
memnun değilim, asla da olmayacağım.