Berlin Film Festivali Ana Yarışma ölümündeki bir diğer
biyografi olan Don’t Worry, He Won’t Get
Far on Foot filmi izleyiciye modern bir kahramanın hikayesini anlatıyor.
Bir karikatürist olan John Callahan’ın
hikayesini anlatan Don’t Worry, He Won’t
Get Far on Foot’ta talihsizliklerle ve kendi hatalarıyla tükenmiş bir
hayattın henüz sonlanmış bir hayat demek olmadığının altını çiziyor bizler
için.
John Callahan hayatının
iplerini henüz eline alamamış bir adam. Hayatıyla ne yapacağını bilemediği,
kendine nasıl bir yol çizmesi gerektiğini bulamadığı için kendini tüm
dertlerden unutmaya odaklamış bir alkolik. Küçüklüğünde tanıştığı alkolü
hayatının merkezi yapmış, alkolle ilk tanıştığı günden beri bitmek tükenmek
bilmez bir açlıkla içindeki boşluğu doldurmaya çalışıyor, ancak dolduramadıkça
ve bu acıları her hissettiğinde yeniden içiyor,
içiyor ve içiyor. Ellerinin titremesi geçene dek içiyor Callahan. Bir gün bir
partide Dexter adında bir adamla tanışıyor, Dexter da aynı Callahan gibi,
kimsenin hayatı anlamadığını, hayatla aslında alay etmek gerektiğini düşünen
bir alkolik. İkili içiyor, içiyor, içtikçe daha da çok içiyor, geceyi sabah ediyor.
Ve eve dönerken geçirdikleri trafik kazasının sonunda Callahan felç kalıyor.
Fizik tedavi ve psikolojik destekle geçen sürenin ardından tekerlekli
sandalyeye “mahkum” oluyor. Ancak bu mahkumiyeti kendi kafasında yaşıyor
Callahan, hayatının tükendiğini düşünüyor ve çaresizlik içinde her zamankinden
de fazla içmeye başlıyor. Ancak günün birinde artık içmeyi bırakması
gerektiğini fısıldanıyor kulağına ve Callahan o gün hayatına yeniden başlamaya
karar veriyor.
John (Joaquin Phoenix) ve sponsoru Donnie (Jonah Hill)
Don’t Worry, He Won’t
Get Far on Foot filminin ne denli ilham verici olduğu tartışılır, zira
alışılagelmiş kahramanlık filmleriyle alakası olan bir yapım değil. Hatta
filmin başında bir anti-kahramanla, her konuştuğunda insanın kendinden daha da
soğutan bir karakterle karşı karşıya olduğumuzu söylemek çok daha doğru. Ancak
filmi ilham verici kılan noktası da bu olsa gerek, Callahan’ın bir alkolikten,
hem de geri dönülmez sonuçlar doğuracak kadar alkolik olan bir adamdan bir
başarı hikayesine gidebiliyor oluşumuz, parmakla gösterilen adam olmaktan çıkıp
örnek gösterilen adama dönüşmesi. Öyle ki başarısıyla, azmiyle konuşmalara katılan
ve insanlara en geri dönülmez sanılan anların bile gelip geçebileceğini
gösteren bir hikaye bu, ilham vermekten öte başarılabileceği cesaretini veren
modern bir kahramanlık hikayesi.
Gladiator, Walk the Line, Irrational Man ve özellikle de Two
Loevrs filmlerindeki performanslarıyla beni her zaman etkilemiş bir isim Joaquin Phoenix. Söz konusu kişisel
problemleri olan bir egoist olduğu zaman her daim güvenebileceğiniz, her daim
sizi şaşkına çevirebilecek bir oyuncu olan Phoenix, hayatla alıp veremediği bir
problemi olan bir karakteri, John Callahan’ı canlandırıyor ve izleyiciye yine
karakteri yaşayarak aktarmayı başarıyor. War
Dogs filmindeki performansıyla kendine şans tanındığında farklı
karakterlere bürünebileceğini bir kez daha gösteren Jonah Hill’in yine beğeni topladığı filmde Rooney Mara ve Jack Black
de yer alıyor. Amazon Stüdyoları’ndan çıkan film ülkemizde vizyona girer mi
bilemiyorum, ancak insanı gerçekten cesaretlendirdiği ve yapılamayacakları
yapılabilir kılabildiği için görülmeye değer bulduğumu söylemem gerek. Berlinale’de
şansı olmadığı ise bariz.