Meryem’de tam her
şey çok yavaş gidiyor, sürekli aynı şeylerin çevresinde dönüyor konu,
ilerlemiyor derken olaylar birden hız kazandı.
Savaş ve Meryem cephesindeki buzlar da erimesini
sonlandırdığında aniden güneş açtı. Ki zaten onların da beklediği bu, güneş…
Kaza sahnesinde Savaş’ın söylediği bir cümle, günler
geçmesine rağmen hala aklımda tüm berraklığı ile varlığını sürdürüyor.
Meryem, Savaş’ın sahip olduğu aslında kendisine ait olan fırını
işlettiğinde onunla bir anlaşma yapmıştı ve her gün günlük kazancının yarısını Savaş’a
yollayacaktı. Öyle de yaptı… Savaş’ın kalbindeki Meryem de daha güçlendi bu
hareketiyle. Bir kere daha emin oldu Meryem’in ne kadar iyi niyetli, ne kadar
dürüst birisi olduğundan. Meryem borçlarını öderdi, sözlerini tutardı. Savaş
onu böyle tanıdı. Kaza sahnesinde, Meryem’in gözleri kapanırken Savaş tam da
bu özelliğine sığındı. Sen borçlarını ödersin, bana borcun
var dedi.
"Bana da bir ömür borcun var."
Savaş Sargun kendi dünyasının içinde, sadece çok sevdiği insanları
barındıran bir adam. Sevdiği kadını, karnında bebeği ile bir kazada kaybettiğinde
ise hayatı köklerinden sarsılıyor. Ve bu kayıp onu bambaşka bir yola sokuyor.
Bu kayıp başka kayıpları da doğuruyor.
Savaş ilk günden şu ana kadar olan süre boyunca sürekli bir
gizemin, bilinmezin, sırların ve yalanların peşinden gitti. Giderken de
yanına önce düşman sonra yaver bildiği Meryem vardı.
Meryem’im masum olduğunu anlaması çok uzun zaman sürmedi.
Zaten birinin Meryem’in ürkek gözlerine bakması yeterli olur onun masum
olduğunu anlamak için. Bir kuşun canını kendinden önde tuttu Meryem, nasıl
Sevinç’in ölümüne sebep olabilirdi?
Savaş bütün karmaşaya, bütün sırlara, bütün oyunlara rağmen
tanıdı Meryem’i. Tanıdıkça da sevdi, sevdikçe korudu… Meryem öylesine ürkek,
öylesine kanadı kırık kuşlar gibiydi ki birisinin onun arkasında dağ gibi
durması gerekiyordu. Burada iş tabii Savaş’a ve Meryem'i sıkı sıkı tutan büyük
ellerine düştü.
Yazı devam ediyor...