Yol Ayrımı: Vicdan, insan ve sistem üzerine...

Yol Ayrımı: Vicdan, insan ve sistem üzerine...
Bir farklılık yapıp aynı filmde olduğu gibi hikayeye sondan başlamak istiyorum bu sefer, salondan çıktığım ve gündelik hayata dönmek üzere metroya bindiğim andan. İki sinema yazarıyla birlikte binmiş, filmden konuşuyorduk. Birimiz çok beğenmiş, birimiz hayal kırıklığına uğramış diğerimiz ise ortada kalmıştı. Fakat bu durumun normalliğini, doğallığını anlatan bir cümle geçti orada: “Sinemanın güzelliği de bu işte.”

Uzun bir aranın ardından Şener Şen sinema perdesine yine bir Yavuz Turgul filmi olan Yol Ayrımı ile geri döndü, hem de zengin oyuncu kadrosu, büyük sayılabilecek bir prodüksiyon ve akıcı bir hikayeyle. Tek bir cümle ile ifade etmek gerekirse ölüm korkusunu tadan bir adamın değişen hayatını anlatıyor Yol Ayrımı, tabi en azından ilk bakışta yalnızca bundan ibaret görünüyor. Tekstil imparatorluğu Kozanlı Holding’in patronu buz adam Mazhar Kozanlı’nın, geçirdiği kaza sonrası o acımasız kapitalistten vicdanlı sosyaliste dönüşümü üzerinden sisteme, vicdana ve vicdansızlığa kimine göre hayalci, kimine göre akıldışı bir perspektiften eleştiriler getiriyor. “Yol ayrımı” kavramını sürekli olarak karşımıza çıkaran film izleyicinin aklına da “Siz olsanız ne yapardınız?” sorusunu getirmeyi ihmal etmiyor.



Lafı uzatıp kendi düşüncemi ve beni bu düşünceye sürükleyen bulguları uzun uzadıya anlatmak, detaylandırmak yerine daha ziyade ilk paragrafta bahsettiğim o üç farklı yorum üzerinden ilerlemek istiyorum. Zira burada filmi beğenen, beğenmeyen ve kararsız kalan üç kişi de aynı tezi farklı farklı savunuyor. Üçümüzün de derdi filmin dili aslında, tercihleri. Birimiz bunu fazla “dizi-vari” bulurken birimiz “gerçeklikten uzak / hayalci” olduğu eleştirisini getiriyor, üçüncü ise buradaki bilinçli “akıl dışılığı” takdire şayan görüyor.

İşin komik tarafı, birbirine taban tabana zıt düşen bu iki yorumun aynı sebepten besleniyor olması (Arabulucu görevindeki üçüncü fikir de buradan besleniyor zaten). Bir taraf filmdeki unsurları sinemasal olmamakla yargılıyor, “dizi-vari” sayıyor, bunu yaparken de gerekçe olarak önce filmin göstermek yerine söylemeyi tercih etmesi, bir bakıma da sinema izleyicisini deyim yerindeyse aptal yerine koyması noktasını işaret ediyor. Realitede geçen “fantastik” bir hikaye olması bir yana, izleyen “birey” ile arasında bir bağ kurmanın, izleyen “bireyi” yakalamada zorluğunu yaşadığını söylüyor. Bir diğer değişle filmi “dizi-vari” bulan bu görüş, Yol Ayrımını koltukta oturan izleyici olarak ve o izleyiciyle olan sanata dair ilişkisinden gözlemliyor. “Akıl dışı” olmasını savunan taraf ise tümüyle farklı bir perspektiften, toplumsal bir düzlem üzerinden filme yaklaşıyor. Hikayede “vicdan” kavramının dolaylı değil direkt bir anlatımla aktarılması kısmının toplumsal bilinç filtresinden geçerek topluma işleyeceği savunusunun yanı sıra, fantastik kısmının da bu farkındalığı sağlamaktaki önemini vurguluyor. Mazhar karakterinin siyahtan beyaza geçişinin bu denli bariz ve şaşırtıcı olmasının, işin toplumsal bir bilinç yaratmadaki rolünü öne çıkarıyor. “Vicdan”, “aile”, “sevgi” gibi kavramları hikayeden de önde tutuyor olmasının toplumsal alandaki etkisi ve buna duyulan ihtiyacı gerekçe gösteriyor. İkisi arasında kalan diğer düşünce ise yarattığı gerçeklik düzlemindeki bu hayalperestliğin, toplumsal gerçeklikle örtüşmediği noktaların yarattığı sorunsallıktan yakınıyor.



Her bir düşünce farklı gerekçeleri de savunuyor elbette ancak hepsinin temelinde buradaki ayrılık yatıyor. Ve bu ayrılık bizi yeniden “sinemanın güzelliğine” getiriyor. Zira en nihayetinde sinema bir sanat. Sanatın sanat için mi yoksa toplum için mi sorusu (ki yalnızca buzdağının görünen kısmı, sanatın kim ve/veya ne için olduğu tartışmalarına verilen birçok farklı yanıt var) hala devam ederken bir filmi toplumsal mı, bireyci mi yoksa sanatsal bir perspektiften mi değerlendirilmesi gerektiği noktasında ortak bir karara varmak sağlıklı olmaz, aksi takdir o zaten sinema olmaz, olamaz.


Yol Ayrımı filmi izleyicinin bakış açısına açılan, derinleşen bir yapım. Şener Şen’i muhtemelen beyazperde de son defa izlediğimiz filmin vicdana, insana, topluma, bireye ve sisteme dair yaptığı eleştirilerin nasıl algılandığı ise yalnızca izleyiciyle alakalı. Kimimiz sanatın sanat için olduğunu düşünür, bir sanat dalı olan sinemanın oynadığı beyazperde de sanatsal bir anlatı beklerken bir diğerimiz daha toplumsal bir perspektiften bakabilir. Hatta aynı kişi iki ayrı filme iki ayrı pencereden bile bakabilir. Bu bağlamda Yol Ayrımı filminin izlemeye değer olup olmayacağı yönünde bir tartışamaya girmeyi gereksiz görüyorum, zira bunca farklı bakış açısına imkan sunan bir film, kendince izleyiciyi tatmin etmese dahi böylesi zıt yorumları mümkün kılıyorsa izlenmeyi her daim hak ediyordur. Varsın bir kere de bir kumar oynayalım.




BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER