Amerikalı ressam Margaret Keane’in, Tim Burton tarafından beyazperdeye de taşınmış bir hikâyesi vardır. Margaret Keane, ünü, yeteneği ve
tabloları kocası tarafından kendisine mal edilmiş bir ressamdır. 50'li
yıllarda, benzeri görülmemiş “büyük gözlü çocuklar” çizerek ün kazanmıştır. Bu
tablolarda yer alan çocukların tamamının kocaman gözleri vardır ve kiminin
gözlerine uçsuz bucaksız bir hüzün hapsolmuşken, kiminin gözlerinde ise tarifsiz
mutluluk kırıntıları görülmektedir. Bu durum bizzat ressamın ağzından, kendi
derin duygularının gözlere yansıtıldığı şeklinde ifade bulmuş; gözlerin neden
ön plana çıkarıldığı sorusu ise “Gözler,
ruhun penceresidir” şeklinde cevap bulmuştur.
18
yaşında, kocaman gözleri olan, minicik bir kadın Miray Daner. Gözlerinde ruhuna
açılan binlerce pencere var. Oyunculuk yapıyor. Hem de çoğumuzun ilkokula
başlayıp, annemizin bizi sınıfta yalnız bırakmaması için ağladığı yaşlardan bu yana yapıyor bu
işi. Muhtemelen kameraların ortasında, set ortamında seksek oynamışlığı ya da havuz
problemi çözmüşlüğü bile vardır. O kadar küçük yaşta koklamaya başlamış ki
televizyon sektörünü; öyle isimlerle çalışmış ki bugüne dek, şaşırmamak elde
değil. Henüz “bu işin ilmini de öğreneceğim, diplomasını da asacağım duvarıma”
dememiş ama Perşembe akşamları on beş yaşından seksen beş yaşına kadar kadınlı
erkekli geniş bir kitleyi, iki dakikayı geçmeyen bireysel sahneleriyle hüngür
hüngür ağlatacak kadar yetenekli bir yıldız o. Parıldıyor ekranda. Bu haliyle,
ya çocukluğunu verdiği setlerde, çok su içmiş büyüklerinin elinden ya da bu iş
onun doğasında, mayasında var. İyi bir oyuncu olmanın yetenekten mi eğitimden
mi geçtiğini burada uzun uzun tartışacak değilim. Bu yumurta ve tavuk
meselesinden hallice bir çıkmazdır. Ama Miray Daner’e bakıp onun yaydığı ışıkla
aydınlanmamak, onun enerjisiyle yükselmemek mümkün değil.
Bayrağın
Hilal yüzünü temsil etmesine gelmeden evvel, küçücük yaşında senelerce Metin
Akpınar’la aynı dizide rol aldığını söylemekle başlayayım işe. Metin Akpınar
diyorum. Boru mu bu? Yani Miray Daner yüzmeye kıyılarda başlamış sanmayın.
Okyanusun koynunda öğrenmiş kulaç atmayı. Sonra Sabiha Gökçen gibi bir
karakterde can bulmuş, 11 yaşında. Evet evet, 11 yaşında, Halit
Ergenç’in Mustafa Kemal Atatürk’ü canlandırdığı bir filmde, geçmiş onun
karşısına, O’nun manevi evlatlarından biri ve ilk kadın pilotlarımızdan olan
Sabiha Gökçen’i canlandırmış. Gördüğünüz üzere can verdiği karakterlerin
sıfatları bile böylesine büyük büyükken, beraberinde oynadığı isimlerin her
biri Türkiye’de oyunculuk dendiği zaman önlerinde düğme iliklenecek kişiler
iken, Miray Daner küçücük yaşlarında geçmiş bu yollardan. Yetmemiş bir de
Celile Toyon’la, Çetin Tekinor’la paylaşmış kamera önünü.
Kıssadan
hisse, onun için hayat çocukluğundan itibaren bir konservatuar olmuş.
Cüssesinden büyük işleri, ardı ardına devirirken, hayat verdiği onlarca
karakter içinde bir de Miray karakteri yaratmış. “Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe, durmadan yürüyeceğimize and içeriz.”
diyebilecek kadar sağlam bir karakter yaratmış hem de. Hilal meselesine
gelmeden bir şey daha belirtmek istiyorum. 2017 yazında Miray Daner, Türk
Havacılık Tarihi'nde çok önemli bir isim olan Vecihi Hürkuş’un hayatının
anlatıldığı bir vefa projesinde yer almıştır. Filmin önümüzdeki yıl beyazperdede seyirciyle buluşması düşünülürken, tekrar Hilal meselesini bir kenarda
tutarak, geriye dönüp bakıyorum ve yüzümü hayretle iki elimin arasına alıyorum.
“Allah’ım bu kız sadece 18 yaşında.” En samimi duygularımla “Annen seni oyuncu olman için mi doğurdu Miray Daner?” demek
boynumun borcu.
Yazı devam ediyor..