7) Orhan Şimşek - Gözde Mukavelat
Çok
da gün yüzüne çıkmamış bu olayda, Küçük Gelin dizisinin başrol oyuncusu Gözde
Mukavelat, kendisini odaya kilitleyen ve kapıları yumruklayan partneri Orhan
Şimşek’in psikolojik şiddetine dayanamadığı için diziyi bıraktığını
açıklamıştı. Kötü bir dönem geçirdiğini söyleyen ve settekilerden kendisine
karşı anlayışlı davranılmasını isteyen Şimşek’in aylarca idare edilmesine
dayanamayan Mukavelat, çareyi diziden ayrılmakta bulduğunu ifade etmişti. Orhan
Şimşek ise “idare edilmeye” devam edildi. Bu hikâyede daha sonra ne oldu peki?
Orhan Şimşek kısa bir süre sonra ortadan kayboldu. Daha sonra babasını
öldürdüğünü itiraf ederek teslim oldu. Bipolar teşhisi konan Şimşek, “Tarlada
ilerlerken birisi bana ‘Babanı öldür, bize öyle gel’ dedi. Ben de bu sese uyup
bıçakladım.” şeklinde ifade verdi. Şimşek’in davası devam ediyor.
**
Görüldüğü
gibi ülkemizde tacizin, mobbing’in, psikolojik ve fiziksel şiddetin ortaya
çıkıp çıkmaması çok da umursanmıyor. Weinstein olayındaki gibi elbirliğiye
skandalları halı altına süpürmekten ziyade, ortaya çıktıktan sonra “Tamam ya
oldu bitti ne büyütüyorsun?” diye kapama düsturu var. Skandallarımızı yeterince
skandal bulmadığımız için olabilir. Onun yerine “Bak bu olay ortaya çıkarsa
senin için kötü olur” tarzında “babacan” uyarılarla mağdur kadınlar örtülü ya
da açık şekilde tehdit ediliyor. Aslında hakikaten de samimi ve halin icabına
uygun bir uyarı bu. Zira sektörde dayak attığı, tacizde bulunduğu, mobbing
uyguladığı için kariyerinden olan bir erkek oyuncu/yapımcı/yönetmen yok. Öte yandan
bunlara maruz kalan bir kadın sesini duyurmaya çalıştığında önce mevcut işinden
oluyor, sonra da “N’aptı da adamı delirtti acaba?” gibi her olayda mağdurla
değil faille empati kuranlar ordusuyla muhatap kalıyor. Üstelik bunlar adı sanı
olan ünlü kadın oyuncular. Bir de sesini duyurduğu an hiçbir sette ekmek
bulamayacağından emin set işçileri, reji asistanları ve isimsiz oyuncular var.
Tıpkı
Hollywood’da olduğu gibi, bizde de entelijansiya, kadın meselelerinde mangalda
kül bırakmayıp duyarlılıklarıyla gözlerimizi yaşartırken, kendi içlerindeki
kadın düşmanlarını pamuklara sarıp sarmalıyor.
Asla
kırılamayan bu sektörel testosteron dayanışmasının altında “Bugün ona oldu,
yarın bana da olabilir” empatisi mi yatıyor; yoksa “Dayakçı mayakçı ama iyi
çocuktur, sen onu bir de rakı masasında göreceksin” cemiyetçiliği mi; anlamak
zor. Weinstein skandalının bu riyakarlıkla mücadelede tüm dünyada örnek teşkil
etmesini umup, sıradaki skandallara bakalım.