Okja'yı sevmekle başlayacak her şey

Okja'yı sevmekle başlayacak her şey
Netflix yapımı Okja’yı biraz gecikmeyle de olsa sonunda izleyebildim ve ben geç kaldım, başkaları kalmasın diye bu yazıyı yazmayı kendime bir görev bildim. Dev Mirando Holding’in genetiği ile oynanmış süper domuz projesinin sonuçlarından biri olan Okja ile Kore dağlarında dedesi ile mutlu mesut yaşayan Mija’nın hikâyesi en taş kalpleri bile yumuşatmaya aday.  

Mirando Holding, kitlelere ucuz ve bol bulunacak bir yiyecek sağlama amacıyla genetiğiyle oynanmış bir hayvan üzerinde çalışmakta ancak GDO tarifini kullanarak kalabalıkları ürkütmek istememektedir. Bunun üzerine bir yarışma düzenler ve bu hayvanlardan 26 tanesini dünya üstündeki çeşitli çiftçilere vereceklerini ve 10 yıl sonra en güzelini seçeceklerini duyururlar. İşte bu süper domuzlardan bir tanesi yani Okja, Kore’nin yemyeşil bir dağının tepesinde Heidi misali yaşayan Mija ve dedesine aittir. Mija ve Okja adeta kardeş gibi büyümüş, kelimenin tam manasıyla yedikleri içtikleri ayrı gitmemiş iki dosttur ve birinin devasa bir süper domuz, diğerinin minyon bir kız çocuğu olması bunu elbette hiç etkilemez. Mija, dedesi ve Okja’nın gerçeklerden öyle uzak bir hayatı vardır ki dünyadaki hiçbir kötülük o dağları aşıp onlara ulaşamaz sanırsınız ama elbette öyle olmaz. Tüm büyüklüğüne rağmen her gün küçülen dünyamız, o dağ başına da ulaştırır tüm pisliğini. Meşhur ve yalancı televizyon orada da tanınır, dev endüstrinin elleri oraya da uzanır. Okja en güzel süper domuz yarışmasında birinci olur elbette zira çok sevilen ve bunu bilen her canlı gibi o da günden güne serpilmiş, geliştikçe gelişmiştir. Küçük Mija’nın bu birinciliğin onlardan ayrılmak ve Okja’nın pastırma ve sucuk haline gelmesi olduğunu anlamasıyla olaylar gelişmeye başlar.

Kısa hayatı boyunca o dağdan bir adım bile öteye gitmemiş kızımız tüm cesaretini toplar ve dedesinin olanca itirazlarına rağmen kumbarasındaki parayla Seul’e doğru yola çıkar bir gece vakti. Dünya üstünde herhangi bir canlıyı en az kendin kadar sevmenin böyle şahane bir yanı vardır çünkü bu his insanı bir süper kahramana çevirir. Sevdiğiniz ister evladınız olsun ister sevgiliniz, ister genetiğiyle oynanmış bir süper domuz olsun ister Küçük Prens gibi fanusta bir gül, onu koruma isteğiniz öyle büyüktür ki varlığından bile haberiniz olmayan bir güç gelir içinize. Bir şeyi severken ona iyilik yaptığımızı düşünürüz belki ama asıl kazanan bizzat bizizdir, tıpkı Mija’nın şahane sevgisiyle bize hatırlattığı gibi. Okja’nın peşinden bir tır gövdesine asılıp Seul’e giden, orada hayvan hakları savunucuları ALF ile tanışan, boyunun iki katı cam bir kapıyı kıran, koca koca adamlara meydan okuyan, en sonunda New York’a kadar giden Mija’yı izlerken ne yalan söyleyeyim önce o sabah ettiğiniz kahvaltıdaki sucuklar diziliyor boğazınıza. Hayvanların gördüğü işkence, o çığlıkları, yavrusunu kurtarmaya çalışan süper domuzun hali yaş dolduruyor gözlerinize. Okja için mutlu sonla bitse de film, aşırı mutsuz sonlara mahkum onca hayvan geliyor aklınıza. Filmin tek derdi bu değil ama. Global endüstri tarafından sürekli kandırılmaya ne kadar da hazır olduğumuzu tokat gibi vuruyor suratımıza, Nancy Mirando’nun ‘Ucuz olduğu sürece her şeyi yerler ‘ cümlesinde sadece bir parça etten bahsedilmediğini çok iyi biliyorsunuz utanarak.

İyilerin kazanacağına inancınızı tazelemek, birini sevmenin gücünü hatırlamak, bir çocuğun aklında kalıpların ancak biz onları oraya itiştirdiğimiz sürece oluşabileceğini görmek için bu filmi mutlaka izleyin. Bir çocuğunuz varsa onunla beraber izleyin. İyi seyirler dilerim.  


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER