Hayatta her şeyin bir anı vardır; şarkıların, filmlerin hatta
insanların. Bazen bir diziyi açarsınız ve o an ruh haliniz o dizi için uygun
değil, çok uzun zaman sonra bir gün denk gelirsiniz yeniden aynı işle ve bam, birden
yakalar sizi. Bir şarkıyı ilk duyduğunuzda hiç sevmezsiniz ama bir akşamüstü,
yolda giderken çıkıverip radyoda birden kalbinizi çalar. İnsanlar da öyledir,
bazen onları içeri almak için hazır olmadığımız zamanlarda çıkarlar karşınıza
ve çok sonra tekrar çaldıklarında kapıyı, en güzel yerine konarlar evin.
Eren Vurdem…
İnadına Aşk’ın dediğim
dedik, Karadeniz damarı yerinde abisi Çınar Barutçu. Hiç baştan sona
izlemediğim bir diziden aklımda kalan tek karakter belki de, sonrasında hiç
izlemem dediğim başka bir diziden konuk oldu ekranıma. Söz başladığı andan itibaren ön yargılı yaklaştığım, birkaç sebepten
geri durduğum bir diziydi. Ve geçtiğimiz günlerde üç gün kadar kısa bir sürede
on iki bölümü izleyerek sezonu bitirdim. Karakterlerin çoğunu sevdim ama bir
iki tanesini gerçekten sevdim bunlardan bir tanesi de Ateş Acar. -Ateş Açar’dır
gerçi o-
Söz dünyasında
hikayesini en merak ettiğim iki kişiden bir tanesi Ateş Acar. Yetimhanede
büyüdüğünü biliyoruz, Yasin adında bir can arkadaşı -hatta kardeşi- olduğunu
biliyoruz, bir hayli çapkın olduğunu biliyoruz, ha bir de aşka düşmekten deli
gibi korktuğunu, aşkın onu kül edeceğine duyduğu inancı, biliyoruz. Yetiyor mu
bu bildiklerimiz? Asla. Gelecek sezon gözümü üzerinden hiç ayırmayacağım bir
karakter Ateş. Gözleri hüzünlü bakan, omuzları düşük, yeri geldiğinde kükreyen
ama sevgiye kedi gibi olan karakterleri hep sevmişimdir. Hele hele
çocukluğundan yaralı karakterler her zaman kalbimi ilk açtıklarım olmuştur.
Ateş Acar o türkü barda, “Salına da salına gel hadi yavrum, dön dolaş yine bana
gel.” Eşliğinde baktı ya Nazlı’ya bir yangınlık. Ben kendisine orada açtım
kalbimi, buyursun gelsin dedim, Nazlı’yı bilmem. Ama belli ki o da oralarda bir
yerde düştü Ateş’e.
Bir de, “Zaten Ateş’sin kül olursun” yakarışı, of ki ne oof!
Benim izlediğim ilk işi olduğu için mi bilinmez ama Ateş Acar
kumaşı Eren Vurdem’in üzerine tam oturmuş. Hiç pot yapmamış. Çok da yakışmış,
güle güle giysin.

Kendisi hakkında minik araştırmalarım sonuncunda karşıma bazı
benzetmeler çıktı, Kıvanç Tatlıtuğ’dan David Beckham’a hatta Joseph Morgan’a kadar
birçok kişiye benzetilmiş. Hiçbirine benzediğini düşünmüyorum. Tam da kendisi
olan adamlardan Eren Vurdem, birine benziyorsa o da kendisidir. Bu da
kendisini bulmuş olmasıyla alakalı olsa gerek.
Hayatı yaşamaktan da hissetmekten de geri duymuyor. Hayatın
içinde; elinde gitarı ile, yanında ayırmadığı gözlükleri ile, gülmekten kırışan
göz kenarları ile… Doğanın içinde, müziğin içinde, rolün içinde bir adam Eren
Vurdem. Ve hepsinden daha önemlisi gözü Hollywood’da! Çok az kişi hayallerini
kırpmadan dile getirir. Mütevazı olmakla, en yükseği hedeflemek arasında fark
var aslında. İnsanlar hayallerini acilen dile getirmeli, sonra da o hayallerin
peşine düşmeli. Ulaşamazsa da en azından yolunda düşmüş, yorulmuş, çabalamış
olur. Belki bir gün Hollywood filmlerinin birinin jeneriğinde yazar Eren
Vurdem ismi, biz de kocaman gülümseriz.
Yazı devam ediyor...