Milli Mücadele dönemi.
İzmir.
Yunan bir teğmen.
Türk bir hemşire.
Bu kadarı bile yeter
aslında ama siz buna bir de Teğmen’in vicdanına dar gelen üniformasını ve
Hemşire’nin gizli gizli yazıp dağıttığı işgal karşıtı yazıları ekleyin. Dramayı
az çok seven biriyseniz, hikayenin barındırdığı çatışmaları, zamanla açılacağı
yolları düşündükçe gözleriniz parlayacak ve içinizde dalga dalga bir heves
büyüyecektir. Heh, işte o hevesi daha ufakken dizginleyin. Çünkü sonra büyük
çakılıyorsunuz.
Sert girdim değil mi?
Durun ama hemen celallenmeyin, önce derdimi iyice anlatayım.
Vatanım
Sensin izlemeye Hilal ve Leon için başlayanlardanım. Instagram’da
o meşhur pansuman sahnesine denk gelip, videonun takribi 50. saniyesinde diziyi
baştan izlemeye karar vermiştim. Nedenini de çok net hatırlıyorum: Hilal odaya
girip Leon’u üstsüz görünce elleri titriyor, elindeki tepside duran şişeler de
Hilal’in heyecanını bağırırcasına birbirlerine çarpıyorlar. Bir hemşireye, bir
şişelere bakan teğmen, muzip bir gülümseme bahşediyor Hilal’e. İşte o birbirine
çarpan şişeler ve Leon’un gülüşüyle bu ikiliye tav oluyorum. Sonra Leon yavaş
yavaş etkilenmeye başlıyor Hilal’in cesaretinden. Hilal’de tık yok ama o da
Leon vesilesiyle ilk kez kendince aşkı sorgulamaya başlıyor. Çok yavaş ama
sağlam adımlarla ilerliyoruz. Bir ufak pürüz var sadece: Yıldız. Hilal’in
ablası. İlk bölümlerde Yıldız ve Leon arasında hiçbirimizin tasvip etmediği bir
münasebet var. Aşk değil. Daha çok Yıldız’ın güzelliğine ve Leon’un itibarına
dayanan zayıf temelli bir hoşlantı diyebiliriz. Diyebiliriz diyorum, çünkü bu
hikayede böyle şeyleri ancak biz diyebiliyoruz. Oraya da geleceğim.
Başlarda çok kaale
almıyoruz Yıldız’ı. Yani ben almıyorum en azından. Diyorum ki bu işin sonu
nasılsa Hilal ve Leon’a bağlanacak, Yıldız gelir geçer. Geçmiyor. Hilal,
aşkıyla vatan sevgisi arasında sıkışmıyor da ablasının sevdiği adama aşık
olmanın vicdan azabını yaşıyor. Leon bölümler boyunca istemeden de olsa -ki
bunu şahsıyla uzun uzun tartışmak isterim- Yıldız’a ümitler vermeye devam
ediyor. Yıldız deseniz Allah’a emanet, yokuş aşağı yardırıyor. Yıldız’ın
hikayesinde “Heh, bak işte karakter için şahane bir dönüm noktası, Yıldız
buradan çok güzel evrilir.” dediğim her noktada Yıldız aksi istikamette, dibe
doğru ilerliyor. Size girişte saydığım hiçbir unsur hikayede kendine yer
bulamıyor. Sürekli olarak Yıldız’ın, Hilal ve Leon’un saadetini geçtim
iletişimini dahi nasıl engellediğini izliyoruz. Hilal ve Leon’dan bir Elveda Rumeli- Zarife & Alex
performansı beklerken, karşımızda Yaprak
Dökümü’nün Leyla ve Necla’sına dönüşen Hilal ve Yıldız’ı buluyoruz. Hatta inanır
mısınız, belki bir palto değil ama pembe elbise çekişmemiz bile var. Muazzam,
değil mi?
Hayır, dizi günümüzde
geçse ve anlatacak başka konu kalmasa içim yanmayacak. Tamam, o zaman da iki
kız kardeş ve bir adam üçgenine tepki göstereceğim (Çünkü kabul edelim, çok
ucuz.) ama bu kadar da delirmeyeceğim. Yahu Milli Mücadele dönemindeyiz, böyle
bir çift için metrekareye sekiz engel düşüyor zaten, neden hala Yıldız? Ben
bunları izlemek istesem Vatanım Sensin
gibi metrekaresine sekiz güzel çatışma düşen bir dizide ne işim var, televizyon
aşk üçgeni kaynıyor zaten.
Bazen aklıma geliyor da
yediremiyorum, acaba diyorum hakikaten şu mu düşünüldü: “Elimizde iki karakter
var. İzmir’in işgal edildiği dönemde yolları kesişen, dinleri ve ırkları farklı
iki genç… Ama dur ya, çok kolay oldu. Haydi kızın ablasını da oğlana aşık
edelim. Aşırı orijinal ve kaliteli bir hikaye akışı olur.” Buradan bakınca yola
bu fikirle çıkılmış gibi görünüyor çünkü. Tamam, dizi süreleri çok uzun ve evet,
Vatanım Sensin uzun soluklu olması
planlanan bir dizi. Fakat olayları uzun döneme yayacağım diye karakterleri
böyle klişelere sokup güzelim hikayeyi yaralamaya gerek var mı? Bence olmamalı.
İlla mutlu olsunlar da demiyorum,
bu şartlar altında mutluluk zaten onlar için çok uzak ama mutsuzluklarının da
altı dolsun istiyorum. Saçma sapan bir abla-kardeş çatışması içinde değil,
savaşın getirdiği rüzgarla ayrı yönlere savrulsunlar istiyorum. Hilal Leon’a
söyleyeceği cümleleri aklına ablası geldiği için değil, Leon’un üniforması
hevesini kırdığı için yutsun; Leon Hilal’e her adım attığında Yıldız’a değil,
Hilal’in vatan sevgisine çarpsın istiyorum. Biliyorum, Hilal ve Leon
mutsuzluğun böylesini de çok güzel taşıyacak. Belki ağlamaktan içim çıkacak,
belki ciğerimin bir kısmını orada bırakacağım ama dönüp baktığımda “Ne güzel
kaybettik be!” diyeceğim. Kaybetmenin güzeli mi olur demeyin. Bu hikayede birileri
kaybedecekse onu da en güzel Hilal ve Leon yapar!
Yazı devam ediyor..