Bir ilişkide, evli olunsa dahi, “Sen benimsin!” ifadesini
duymaktan nefret ederim. Nikah memurunun elinize verdiği şey bir nikah cüzdanı,
bir tapu değil! Karşınızdaki de iki katlı kâgir ev değil, bir birey. Sonsuz
kullanım hakkına sahip değilsiniz, istediğiniz gibi duvarını filan kırıp
balkonu salona dahil edemezsiniz. Bu yüzden evlendikten sonra kocasına naz adı
altında her türlü işkenceyi yapan, arkadaşlarıyla görüşmelerini filan
kısıtlamaya çalışan kadınlardan ne kadar hazzetmiyorsam, karısının kıyafetini,
mesleğini, yani ilk tanıştığı zaman hoşuna giden pek çok özelliğini sonradan
değiştirmeye çalışan erkeklerden de bir o kadar hazzetmiyorum.
Bu tür kavgaların, baskıların ve kıskançlıkların aşkın
büyüklüğünden ve tutkudan kaynaklandığını sunan dizileri, böyle baskıcı ve höt
zöt ederek ilişkideki “gücü” ortaya konulan erkek karakterleri izlemekten ben
çok sıkıldım. Bu ürkütücü tablonun, romantik sosa bulanarak önüme sunulmasına
itirazım var. Ha esas kızımız arabada bir güzel posta koyduktan sonra gene
aşkına yenik düşüp durumu çok büyütmedi. Ama ben, sevdiği insanı aşağılayan,
onun beğenilerini, isteklerini ve benliğini tamamen göz ardı edip kendi
güdümüne sokmaya çalışan bir insanın ne aşkına inanırım, ne de o kişiye saygı
duyarım. Böyle karakterler gerçek hayatta benimle olsaydı ben çok korkardım.
Çünkü neye ne şekilde tepki verecekleri, ne zaman patlayıp ne zaman
uysallaşacakları hiç belli olmaz. Onun hoşlanmayacağı şeyleri yapamayacağı için de insanı bir yerden sonra kendi olmaktan
çıkartırlar.
Üzülerek de olsa böyle karakterlerin gerçek hayatta da,
dizilerde de prim yaptığının farkındayım. Böyle bağırıp çağıran, kıskanç
erkekler “Ama çok seviyooo! Erkeğim nasıl da sahiplendi beni.^^” şeklinde
karşılanıyor. Şurada “en unutulmaz erkek karakterler” diye bir liste yapsam,
takım elbiseli ve görünüşte modern ancak özünde bu ilkel sahiplenme güdüsünü
taşıyan Seymen Ağalar, Boran Ağalar başı çeker. Fakat bir an düşünün. Bu
kişiler bir dizi karakteri olmasa ve ara sıra birtakım romantik jestler
yapmasa, bu “Sen benimsin!” zihniyetinin; eşine kıskançlık nedeniyle şiddet
uygulayan, boşandıktan sonra bile eski karısını kendi mülkiyetinde görüp,
başkasıyla görüştü diye sözde namus cinayeti işleyenlerden ne farkı var? Böyle bir insanı hayatınızda ister misiniz? O kadar da değil demeyin, bu
sahiplenme güdüsünün buralara kadar gidebilmesini engelleyecek şey nedir?
Sadece senaristin kalemi...
Osmanları harcamayın efendiler!
Öte yandan elimizde mis gibi seven, aşka bakış açısına hayran
olduğum bir Osman karakteri var. Böyle erkek karakterler, genelin bakış
açısıyla pısırık veya güçsüz olarak addediliyor ama ben onları güzel sevenler
olarak nitelendirmek istiyorum. “İnsan
birini sevince onu mutlu etmek ister. Onun yüzünü güldürmeye çalışır, o
üzülünce canı acır. Üstelik bunları o kendisini sevsin diye değil, sadece
sevdiği için yapar.” Şu cümleler, “Benim hoşlanmadığım şeyleri yapamazsın! Ben
senin kocanım!” şeklindeki baskıcı ve zorba tutumdan çok daha güzel ve daha
sevgi dolu değil mi? Tabii ki tutup Süreyya’yı Osman’a aşık etsinler demiyorum
ama neden böyle güzel seven, naif erkeklerin ana karakter olduğu hikayeler
izleyemiyoruz? Hikayede aşıklar arasında çatışma dediğimiz şeyin sadece
delicesine kıskançlıktan veya güç ve iktidar savaşından doğduğuna inandığımız
için, seyirci olarak böyle “normal” insanların aşk hikayelerini sıkıcı mı
buluyoruz? Yoksa hikaye yaratıcısı olarak “genel algı Faruk gibi adamları
gerçek aşık kabul ediyor”un kolaycılığına veya etkileyiciliğine mi kapılıyoruz?
2017 model Seymen Ağa, nam-ı diğer Faruk Boran gibi; iyi eğitimli, mutlaka bir yurt dışı görmüş, iş güç sahibi, modern görünen ama bu cilayı azıcık kazıdığımızda bin yılların getirdiği geleneksel bakış açısıyla kendini üstün görmeye ve eşini kontrol etmeye meyilli olduğu ortaya çıkan karakterler hayatımızın her alanını o kadar çok kuşattı ki,
ekranda da yıllardır onlara maruz kalmak beni cidden yoruyor. Bir izleyici olarak, sahiplenilmenin
ve manasız kıskançlığın aşkın doğal ve güzel bir getirisi olarak sunulmadığı
aşk hikayelerini izlemeyi, güçlü bir profil çizmek adına sevdiği kadına
aşağılayıcı şekilde bağırıp çağıran fakat sonunda gene “büyük aşkı” mazeret
gösterilerek affedilen erkek karakterlerin de azalarak tükenmesini diliyorum.