İstanbullu Gelin: Aşk bu mu? Sevda bu mu?

Bir şarkı söyledi diye nasıl da mutlucuk oldu.^^
Bir ilişkide, evli olunsa dahi, “Sen benimsin!” ifadesini duymaktan nefret ederim. Nikah memurunun elinize verdiği şey bir nikah cüzdanı, bir tapu değil! Karşınızdaki de iki katlı kâgir ev değil, bir birey. Sonsuz kullanım hakkına sahip değilsiniz, istediğiniz gibi duvarını filan kırıp balkonu salona dahil edemezsiniz. Bu yüzden evlendikten sonra kocasına naz adı altında her türlü işkenceyi yapan, arkadaşlarıyla görüşmelerini filan kısıtlamaya çalışan kadınlardan ne kadar hazzetmiyorsam, karısının kıyafetini, mesleğini, yani ilk tanıştığı zaman hoşuna giden pek çok özelliğini sonradan değiştirmeye çalışan erkeklerden de bir o kadar hazzetmiyorum.

Bu tür kavgaların, baskıların ve kıskançlıkların aşkın büyüklüğünden ve tutkudan kaynaklandığını sunan dizileri, böyle baskıcı ve höt zöt ederek ilişkideki “gücü” ortaya konulan erkek karakterleri izlemekten ben çok sıkıldım. Bu ürkütücü tablonun, romantik sosa bulanarak önüme sunulmasına itirazım var. Ha esas kızımız arabada bir güzel posta koyduktan sonra gene aşkına yenik düşüp durumu çok büyütmedi. Ama ben, sevdiği insanı aşağılayan, onun beğenilerini, isteklerini ve benliğini tamamen göz ardı edip kendi güdümüne sokmaya çalışan bir insanın ne aşkına inanırım, ne de o kişiye saygı duyarım. Böyle karakterler gerçek hayatta benimle olsaydı ben çok korkardım. Çünkü neye ne şekilde tepki verecekleri, ne zaman patlayıp ne zaman uysallaşacakları hiç belli olmaz. Onun hoşlanmayacağı şeyleri yapamayacağı için de insanı bir yerden sonra kendi olmaktan çıkartırlar.

Üzülerek de olsa böyle karakterlerin gerçek hayatta da, dizilerde de prim yaptığının farkındayım. Böyle bağırıp çağıran, kıskanç erkekler “Ama çok seviyooo! Erkeğim nasıl da sahiplendi beni.^^” şeklinde karşılanıyor. Şurada “en unutulmaz erkek karakterler” diye bir liste yapsam, takım elbiseli ve görünüşte modern ancak özünde bu ilkel sahiplenme güdüsünü taşıyan Seymen Ağalar, Boran Ağalar başı çeker. Fakat bir an düşünün. Bu kişiler bir dizi karakteri olmasa ve ara sıra birtakım romantik jestler yapmasa, bu “Sen benimsin!” zihniyetinin; eşine kıskançlık nedeniyle şiddet uygulayan, boşandıktan sonra bile eski karısını kendi mülkiyetinde görüp, başkasıyla görüştü diye sözde namus cinayeti işleyenlerden ne farkı var? Böyle bir insanı hayatınızda ister misiniz? O kadar da değil demeyin, bu sahiplenme güdüsünün buralara kadar gidebilmesini engelleyecek şey nedir? Sadece senaristin kalemi...


Osmanları harcamayın efendiler!

Öte yandan elimizde mis gibi seven, aşka bakış açısına hayran olduğum bir Osman karakteri var. Böyle erkek karakterler, genelin bakış açısıyla pısırık veya güçsüz olarak addediliyor ama ben onları güzel sevenler olarak nitelendirmek istiyorum. “İnsan birini sevince onu mutlu etmek ister. Onun yüzünü güldürmeye çalışır, o üzülünce canı acır. Üstelik bunları o kendisini sevsin diye değil, sadece sevdiği için yapar.” Şu cümleler, “Benim hoşlanmadığım şeyleri yapamazsın! Ben senin kocanım!” şeklindeki baskıcı ve zorba tutumdan çok daha güzel ve daha sevgi dolu değil mi? Tabii ki tutup Süreyya’yı Osman’a aşık etsinler demiyorum ama neden böyle güzel seven, naif erkeklerin ana karakter olduğu hikayeler izleyemiyoruz? Hikayede aşıklar arasında çatışma dediğimiz şeyin sadece delicesine kıskançlıktan veya güç ve iktidar savaşından doğduğuna inandığımız için, seyirci olarak böyle “normal” insanların aşk hikayelerini sıkıcı mı buluyoruz? Yoksa hikaye yaratıcısı olarak “genel algı Faruk gibi adamları gerçek aşık kabul ediyor”un kolaycılığına veya etkileyiciliğine mi kapılıyoruz?

2017 model Seymen Ağa, nam-ı diğer Faruk Boran gibi; iyi eğitimli, mutlaka bir yurt dışı görmüş, iş güç sahibi, modern görünen ama bu cilayı azıcık kazıdığımızda bin yılların getirdiği geleneksel bakış açısıyla kendini üstün görmeye ve eşini kontrol etmeye meyilli olduğu ortaya çıkan karakterler hayatımızın her alanını o kadar çok kuşattı ki, ekranda da yıllardır onlara maruz kalmak beni cidden yoruyor. Bir izleyici olarak, sahiplenilmenin ve manasız kıskançlığın aşkın doğal ve güzel bir getirisi olarak sunulmadığı aşk hikayelerini izlemeyi, güçlü bir profil çizmek adına sevdiği kadına aşağılayıcı şekilde bağırıp çağıran fakat sonunda gene “büyük aşkı” mazeret gösterilerek affedilen erkek karakterlerin de azalarak tükenmesini diliyorum.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER