Bugünlerde sinemaya gitme niyetiniz varsa, yanınıza bir adet
sabır şemsiyesi almanız şart. Recep İvedik'in sağanak olup salonlara yağdığı ve
bu sebepten seyircilerin keskin bir bıçakla ikiye ayrıldığı günlerden
geçiyoruz. Geğirmenin samimiyet ve nezih ortamlarda kaos yaratmanın doğallık
sayıldığı bir filmin genç zihinlere sızması tatsız.
Çünkü Recep İvedik bir eleştiri ürünü değil.
Aksine görgünün, naifliğin ve hatta hijyenin düşmanı olan
bir karakter. Günlük yaşamda ardıma bakmadan kaçacağım bir tiplemenin,
beyazperdedeki övgüsüne alkış tutmak zor.
Siz de bu rotada ilerliyorsanız, geriye kalan seçeneklerin
yetersizliği seçiminizi kolaylaştıracak. Biz akşamımızı John Wick'in devam
filmine ayırmakta karar kıldık. John Wick'i hiç izlememiştim. Bu sebepten benim
için devam değil, yeni bir başlangıç oldu. Aksiyonun seyirciyi diri tutan
etkisini John Wick'te de bulmaya çalıştım. Sonuç mu?
John Wick sıradan bir aksiyon filminin sunduğu pek çok şeyi
önünüze seriyor. Polislerin dahil olmadığı devasa dövüşler, 15 kişiye saldırıp
sıyrıklarla kurtulan ana karakter, havada uçuşurken ana karakterin beynini
teğet geçen kurşun sürüsü ve tabii ki arabalar...
Bir filmin afişi daima seyircinin merakını kaşıma çabası
içerir. Öyle ya, dışı lekeli karpuzu bile almayan bizler, afişine kapılmadığımız
filme dalamayız. John Wick bu anlamda kozunu en açık biçimde masaya yatıran
işlerden biri olmuş. Yenilmez bir kahraman ve ona karşı olan bir dünya... Çıtası yüksek diyaloglar yok. Romantizm ve duygusal
dalgalanmalar yok. Ters köşe ve hatta dişe dokunur bir şaşkınlık unsuru bile
yok. Yayınlandığı AVM'de Counter oyununa dönüşen sinema salonları var sadece.
Taktik maktik yok, bam bam bam!
Belki de polis kavramı John Wick evreninde henüz icat
edilmemiştir. Belki kahramanımızın suratına araba çarptıktan sonra hafif bir
baş dönmesiyle doğrulması olağan bir şeydir. Belki her şey harikalar diyarında gelişen saf aksiyondan ibarettir. Olamaz mı? Olabilir.
Aksiyon filmlerinden beklentim, kaliteyi elden bırakmayan
dövüş ve çatışma sahnelerinin yeterince mizah sosuna bulanmasıdır. Mizah
yetersiz olsa da, aynalı sanat müzesi mekan olarak ilgi uyandırdı. Seyirci
olarak gözlerimde hasar bıraktı, fakat yönetmenin çekim teknikleriyle ilgili merakımı da kamçıladı.
Keanu Reeves, beyim, sana iki çift lafım var. Yıllar
karizmandan bir şey götüremese de, performansını aşındırmış. Yabancı dil konuşmayı
denediğin anlarda utançtan koltuğun altına saklanasım geldi. Üstelik sesinden
mimiklerine kadar her şeyin öylesine paslanmış ki, burnunu sıkıp ağzından bir
litre pas sökücü akıtmak istedim.
John Wick 2 adeta chapter 3'ün geniş çaplı bir fragmanına
dönüşmüş. Ruby Rose, koreografisi düzgün birkaç dövüş sahnesi ve tüm dünyaya
akan sms sahneleri dışında heyecanımı cezbetmedi. Fakat nedendir bilmem, üçüncü
filmin çok daha iyi olacağına inanıyorum.
İsmi de şimdiden hazır bende.
John Wick ve köpeği Garip'in intikam dolu yolculuğu...
Güzel günler.