Adı Efsane haberleri
ilk çıktığında dizi hakkında yayılan bir söylenti vardı, One Tree Hill
uyarlaması olacağına dair. One Tree Hill benim için tahtı katiyen
sallanmayacak, üzerine çıkabilecek bir karakteri -Peyton Sawyer- hiçbir dizinin
çıkartamayacağı kadar değerli olan bir yapımdır. Ve bunu duyduğumda tabiri
caizse tırnaklarımı çıkartmıştım. Erdal Beşikçioğlu’nun oluşu ise beni
yıkmıştı, çünkü nasıl ya, nasıl Erdal Beşikçioğlu Dan Scott olabilirdi? Neyse
ki çok kısa süreli bu yanlış anlaşılması giderildi ve dizinin bir uyarlama -En
azından OTH- olmadığı açıklığa kavuştu. Tabii bunun üstüne diziyi izlediğimiz
ilk bölüm annemin dilinden düşmeyen bir isim vardı Salami (Mario Pettrino). Hakan’ı
her gördüğünde inatla bu ismi söyledi ve en sonunda açıp baktığımda karşıma Beyaz Gölge (The White Shadow) isimli bir dizi çıktı. Yanlış bilmiyorsam Koçum Benim bu diziden uyarlamaymış. Tüm
basket temalı diziler birbirini andırır diyerek zihnimde durumu tatlıya
bağladım ve kendimi Adı Efsane
rüzgarına bıraktım.
Dizinin başına 28 Ocak Cumartesi günü beni oturtan en büyük
etken elbetteki Erdal Beşikçioğlu’ydu. Adını öğrendiğimden bu yana kendisinin
içinde olduğu yapımları kaçırmışlığım çok azdır. Es-Es’ten bu yana baba rolünü
kendisine çok yakıştırdığım biriydi ve o da kız babası olmanın nasıl bir şey
olduğunu Behzat Ç.’de herkese
gösterdi. İlk bölümü izlerim güzelse devam ederim dizi için birazdan buraya
kelimeler dökeceğim ve bu benim için ‘seni seviyorum’ demenin en güzel yoludur.
Ve ben Adı Efsane’ye üçüncü bölümün
sonunda doya doya ‘seni seviyorum’ demek istedim. Ve işte buradayım, neyi,
neden, nasıl sevdiğimi anlatmak için.
Erdal Beşikçioğlu’nun yanı sıra kadroda beni çeken bir diğer
isim Gökçe Bahadır’dı çünkü kendisi hala mahallenin en güzel kadını, Aysel’i,
durup durup insanın ‘Git başımdan Aysel!’ diyesinin geldiği. E biraz da benimle
yaşıt ve lise dizilerine tutkun insanlar için güzeller güzeli Törpü.
Rojda Demirer her daim güzel olan kadınlardan, bazı
sahnelerde durup sadece gözlerine baktığım oldu çünkü tüm duygusu, sözleri,
sakladıkları, savurdukları gözlerinde birikmiş gibi. Gözlerinde başka bir yaşam
var sanki. Öyle derin, öyle dipsiz.
Ve elbette Reha Özcan... Sıkı bir Suskunlar izleyici olarak kendisini ilk gördüğümde kısa süreli bir
gerilim yaşadım ama Hasan bambaşka bir karakter bu birkaç saniye içinde zihnime
ulaştı ve seyir zevkim bölünmeden devam etti.
Gelelim genç kadroya… Hiçbirini tanımıyordum, daha önce
kendilerine hiçbir yerde denk gelmedim ve bu beni çok mutlu etti. Ve ardından
öğrendim ki dizinin bıçkın delikanlısı Hakan Şahin, yani Cem Yiğit Üzümoğlu Hacettepe
Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı Oyunculuk Bölümü mezunuymuş. Bu
dizide beni çeken en büyük etken oldu, sonunda genç başrol eğitimli, üstelik
iyi eğitimli birisi. Sizi bilmem ama ben çok sıkıldım yakışıklı, kaslı diye
başrol olan erkeklerden. Mimik istiyorum, ses kontrolü istiyorum, ekranda doluluk
istiyorum artık. Adı Efsane bu konuda
‘no-name’in hakkını fazla fazla veriyor. Öyle ki Almila Ada da Mimar Sinan
öğrencisiymiş, Tiyatro olmasa da tozunu, havasını yutmuş. Dikkatimi diğer çeken isim de Emre Bey oldu, zengin ve özgüvenli bir genç olarak karşımıza çıktığında
yüzü güzel olsun kesiminden sanılıyor ama ardından Erdal Beşikçioğlu ile
sahnesini izliyorsunuz ve evet diyorsunuz, dizide boş yok. Kesinlikle öyle,
izlerken rahatsız olduğum, hikayeden kopup gerçekliğe düşmeme neden olan
kimse olmadı.
Yazı devam ediyor...