Passengers: Karar vermek cehennemdir!

Passengers: Karar vermek cehennemdir!
Her film size bir soru sorar. Siz duymasanız da, çok kızsanız da, soruya hiç inanmasanız da sorar.

Kucağınızdaki bir kova dolusu mısır bitip ışıklar yandığında o soru içinize yuvalanmıştır çoktan. Fakat soru kadar, sorma biçimi de büyük değer taşır. Çünkü her film, dahil olduğu türe küçük de olsa bir katkıda bulunmalıdır. Passengers bu beklentiyi karşılıyor mu derseniz, cevabım hızlı bir ''Hayır'' olur. Çünkü film, mantık hatalarıyla döşeli ve derinlikten epey uzak.

Ama...

Geçmişte imza attığı projelerin çoğunda ruhumu kasvete boğan Jennifer Lawrence, Passengers için ideal isim olmuş. Chris Pratt 'çaresiz adam' duygusuna bütünüyle dahil olamasa da, Lawrence onu omuzlamış. Baştan uyarayım, Passengers size Interstellar gibi bir astronomi mucizesi vadetmiyor. Ama sakin bir akşam geçirmek ve vizyonun kısır seçeneklerinden kaçmak isteyenlerin çerezlik beklentisine uygun.

Filmin yıldızı, insani kaygıların mekanik danışmanı olan Arthur'dan başkası değil. Michael Sheen rolünün tadını çıkarırken filmin dinamik yüzü hâline geliyor. Geminin tasarımı, efektler ve mizah dozu ilgi uyandırıcı. Yer çekimi kaybının yaşandığı camlı havuz sahnesi ise anksiyetemi nüksettirdi. Ayrıca  ''Dünya yaşamında tamirciymişsin, uzay gemisi de gelir elinden ustam.'' fikri kelimelerimi düğümledi. Üstelik ölen sevgilinizi teknolojik doktorun bütün tuşlarına basarak kurtarabilme mucizesi de buna dahil. Lütfen evde denemeyin!



Bu gemide kapsüller bozulmaz. Bu gemi meteorlara karşı dayanıklıdır. Bu gemi var ya, bir oturuşta üç dürümü ayransız gömer! Tüm bu öngörüler bir dönemin efsanesi Titanik'e selam çakmak mı, yoksa onun her çağa hitap eden ruhundan çalmak mı; emin değilim. The Martian ile olan benzerlikler ise apayrı bir sohbet konusu...

Passengers'ın soru sorma şeklini sevmedim. Ama yarattığı ikilem içimde bir yere takılıp kaldı. Kendin için, kendine rağmen, onun kaderine karar vermek... İşte bu cehennem. Peki güzel yaşam nedir? Altına imza attığımız başarılar mı? Toplumun gözlerine bakarak yaşlanmak mı? Yoksa normal şartlarda asla farkına varmayacağımız, ama onu bir kez tanıdıktan sonra da normal günleri özletmeyecek tutkulu bir aşk mı?

Bana sorarsanız bir bebek sahibi olmaya karar vermek, bir insanı öldürmek kadar zor olmalı. Bu dünyayı sevip sevmeyeceğinden asla emin olamayacağınız bir yaşamın kapsülünü açmak... Üstelik onu ne kadar koruyabilirsiniz? (Oyuncak ayımla uyurken bile onu sabah yerlerde bulmamdan anlıyorum.)

İşte filmin sorusu buna benziyor. Belki de bu yüzden finalde çiftimizin çocukları olup olmadığını öğrenemedik. Vaktim var, kötü sorulsa bile güzel soruların da bende yeri var diyorsanız, filmi kaçırmayın. En kötü ihtimalle, Uyuyan Güzel Aurora'nın yerinde olsam uyanmak ister miydim diye kendinizi sorguya çekersiniz. 

Öyleyse noktayı onun repliğiyle koyalım:

''If you live an ordinary life, all you'll have are ordinary stories.''

Güzel günler.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER