Vatanım Sensin: Hala bir umut var Hilal, O da benim!

Vatanım Sensin: Hala bir umut var Hilal, O da benim!
“İzmir’in üzerinden bir kuş uçacak bugün…”

Hilal en son Vatanım Sensin 11. bölümünde bize böyle seslenmişti. Oysa uçmakta olan gerçek kuşu göremeyecek kadar kördük o sıralar. Biz bütün bölüm boyunca o kadar çok Hilal’e ve onu kimin kurtaracağına odaklanmıştık ki finali gerçekten şaşırtıcı olmuştu.  Bu bölüm tüm karakterlerin katkısının olduğu bir bölümdü. Şimdi 11. bölümde neler oldu bir bir hatırlayalım.


Cevdet bir önceki bölümde olduğu gibi her kozu kullandı kızını kurtarmak için. Peşine düştüğü Ivan’ı ve Tevfik’i  kıl payı kaçırdı. Tevfik ise şans faktörünün de etkisiyle ondan hep bir adım önde oldu. Ancak bu sırada Azize’deki kredisini giderek düşürdü. Cevdet, haftalardır izini sürdüğü ve artık yılan hikayesine dönmüş olan silahları buldu ama Eftalya Gemisi çoktan adalar denizine doğru yol almıştı. Artık silahların akıbetinin ortaya çıkması gerektiğini, biraz fazla uzadığını düşünüyorum. Son umudunun da denize açıldığını gören Cevdet’in ailesiyle yüzleşmesi, özellikle de Azize’yle geçen diyaloğu dizideki en ağır sahnelerden biriydi. Bir anneyle babanın çocuğunun boynundan urgan geçirileceğini bilmesi, bunu ağızlarına almaları bile o kadar acıydı ki. Azize’nin gidişiyle Cevdet en büyük vazifesi olan saklamakta olduğu duygularını sessiz bir çığlıkla dile getirirken, birbirlerinden uzakta ama sanki yan yanaymış gibi ağladılar baba kız.

“Ne çok şey birikti içimde sana diyemediğim, seninle ne kadar iftihar ettiğimi sana diyemedim.”

Aslında Hilal, öfkesine yenik düşmese babasının bakışlarından hissedebilirdi diğer gizli yarısını, anlayabilirdi belki ona hala ders veren nitelikteki sözlerini. Nefesinin soluğu olacağını, ondan vazgeçmeyeceğini, sonuna kadar savaşacağını. Nitekim öyle de oldu. Savaşmayı bırakmadı Cevdet. Kurtarabilmesini sağlayacak son kozu ise ona diğer kızı, Yıldız verdi. Kızı darağacına yürürken gözleri hep arkada kaldı. Cevdet için vazife hep zamanla yarışmak üzerine kuruluydu. Bu sefer ise tam olarak kızı için bir geri sayıma mahkum edilmişti.

Azize tüm bölüm boyunca daha fazla ne kadar kahrolunur onu bize seyrettirdi. Onun da tek ümidi Veronica’ydı. Ama onlarında önünde bir engel vardı. O da koca egosuyla durmakta olan Vasili'ydi. Ama hayat ona oyun öyle oynanmaz, böyle oynanır dedi adeta. Anneler köşesinde ise bu bölüm kendi evladın olmasa da bağrına basabilmenin en güzel örneğini izledik. Sonuna kadar savaştı Veronica Hilal için, hem de tüm ileri görüşlülüğünü sergileyerek. Azize ve Veronica bütün bölüm birlikte sarıldılar, birlikte ağladılar, dertleştiler, birlikte dua ettiler. Geçtiğimiz hafta Hilal için tek yürek oldular, bu hafta ise muhtemelen Leon için olacaklar çünkü annelik düşmanlığın beslenmeyeceği tek kaleydi.


Matbaadakilerin bir önceki hafta Halide Edip’e ulaşma çabaları başarıyla sonuçlandı. Elimizden ne gelir ki diye düşünülen anda duruşuyla, yüreğiyle, cesaret veren sözleriyle geldi Halide Edip. Herkesi güzel bir dille, Türk, Rum, İtalyan demeden çağırdı meydanlara. İnsanlığa inancını kaybetmemeyi öğütledi şu sözleriyle.

“Herkesin içinde bir hakkaniyet duygusu vardır.”

Halit İkbal’in Hilal olduğunu ışık hızıyla anladı. Açıkcası Cevdet’ten de şüphelenir mi diye düşündüm ama maalesef o olmadı. Mustafa Kemal cephesine bu gizli görevin haberinin gitmesini istedim içten içe. Çünkü Eşref Paşa’da güvenemediğim noktalar var. Dolayısıyla ileride Cevdet’in bir görevde olduğu Türk saflarında anlaşılamayacak korkusu içindeyim. Halide Edip ile Eşref Paşa’nın buluşması ise aslında gizli bir restleşmeye sahne oldu. Eşref Paşa bulunmak istediği yeri kalın bir çizgiyle çekti. Sizin dava dediğiniz benim diyerek kendini Anadolu’dan üstün bir unsur olarak gösterdi. Tarih ona Halide Edip’in de dediği gibi milleti ayağa kaldırmak için bundan daha fazlasının gerektiğini gösterecek. Acaba tarih yazılırken Eşref Paşa mı tarihin, tarih mi Eşref Paşa’nın ayağına dolanacak ?

Tüm bölüm odağımız belliydi. Hilal’in asılması mesele değildi, kimin kurtaracağı mesele olmuştu.  Ali Kemal elindeki silahla kendi hesabını mı yapıyor, Halide Edip Hilal ile görüşerek son bir hamle mi yapacak, Veronica’nın attığı mektup mu kurtaracak, Cevdet görevinden kızı için vaz mı geçecek diye düşünürken Yıldız da Leon’un yönlendirmesiyle kurtarma semalarında görüldü. Hasibe Ana Yıldız’ın arkasından Hilal ismini verdik, siz bir bütünsünüz derken çok haklıydı. Geçen hafta Yıldız’ın karakterinin evrileceğini düşünüyordum. Nitekim bu hafta bu daha çok belirginleşti. Bildiri dağıttı, insanlara ulaştı, gizli soruşturma yaptı, epey çalıştı açıkçası. Hilal’i kurtarma seferberliğine katılırken, elleriyle Leon’u ölüme yolladığını bilmeksizin hem de. 3 farklı adamla, 3 farklı hikaye yaşadı. Biri Ali Kemal. Ona inanmadığını zannederek kendini kandırmaya devam etti ama en kalabalıklarda bile onu koruyan yine Ali Kemal oldu. İkincisi, nişanlılığın verdiği yetkiye dayanarak biraz Firdevs Yöreoğlu yaklaşımıyla başhekimden bilgi sızdırmaya çalıştı ama kendi kurduğu oyunun parçası oldu o da. Belki de başhekimi bilerek ve isteyerek zor durumda bırakmak alıştığımız Yıldız’dan etkilerdi. Üçüncüsü ise Leon, onunla ise bu hafta tek ortak kümeleri Hilal’di.

Mehmet ise sanırım ilk defa bu kadar detaylı işlendi. Yalnızlığı içimizin burkulmasına sebep olurken, vatan sevgisi gurur duymamızı sağlıyordu. Yaptığı yanlışı başta kabul etmediğinde kızdığımız Mehmet, son duasında af dilerken tüm insani duygularımızın yansıması değil miydi?

Leon, bu hafta da geçen hafta gibi full time Hilal’i bekleme mesaisindeydi. Önce intihar girişimini engelledi. Hilal onu beklemediği yerden, kalbine en yakın yere başını yaslayarak vurdu. Gözlerini bir an olsun urgandan ayırmazken daha fazla sarıldı Hilal’e. Leon içinde bu hafta savaş aynı Cevdet gibi geri sayan zamanlaydı. Kalan tüm zamanlarını Hilal’e "Bak hala bir umut var." demeye adayacaktı.

“Uyu bebeğim, melekler korur.”



Hilal o koğuştaki tek arkadaşının içeri süzülen ışık olduğunu sanarken söylediği bu ninniyle, demir parmaklıklar arkasındaki gizli dinleyicisinin çocukluğuna tünel kazdığının farkında değildi. O kişi çocukluğunu kısa sürede yitirmiş olduğunu düşündüğüm Leon. Onu o koğuşta yalnız bırakmamaya and içmiş gibiydi. Leon’un çekingen, naif bakışlarının karşılığı Hilal’den gelen tepkilere o kadar bağışıklık kazandı ki ne duyarsa duysun pes etmiyordu. Mıknatıs gibi o koğuşa çekiliyordu. Her seferinde Hilal’in duvarına çarpan da Leon’du, hala Tevfik Fikret’in dizelerinden umut çiçekleri seren de. Ama hiçbiri kendi ismini onun ağzından duyduğundaki gibi şaşırtmadı. O kadar görülmediğini zannediyordu ki Leon, Hilal teşekkür ettiğinde bile bunu sahiplenmesi aldı birkaç saniyesini. Koğuşa son kez girdiğinde vedanın gözlerine ne kadar ağır geldiğini dolan gözlerinden anlatıyordu. Kalbindeki ağrı akamayan gözyaşlarında gizlenmişti.  Hilal teskin etmek için ona dokunduğunda kaybetmenin mi yoksa kalbine mi yenik düşmenin korkusunu hissetti bunu ise gelecek bölümlerde anlayacağız.

Tüm bölüm boyunca sırasıyla İzmir’in ortasına inşa edilen darağacı, okunan idam fermanı, insanların toplanması, gece ve gündüz olmak üzere bir urganın içindeki boşluktan meydana bakmak gibi sahnelerle Vatanım Sensin rejisi bizi idam gününe an be an hazırladı. Bu kadar hazırlığa rağmen bu kadar ağır geleceğini düşünmemiştim. Nefesleri kesen o son dakikaların heyecanı üstünden kaç gün geçmesine rağmen gitmedi. Sanırım son zamanlarda izlediğim en etkileyici sahnelerdi. Cevdet’in çaresizliği, Azize’nin çığlıkları, Hilal’in gözünden akan yaşa rağmen metanetli durmaya çalışması giderek tansiyonu arttırdı. Vasili’nin her hamlesi gözbebeklerimizin daha da büyümesine neden oluyordu.

“Ya dışındasındır çemberin, ya da içinde yer alacaksın.”

Son sözleri sorulduğunda ciğerlerimizi sökmeye and içmiş gibi “Vatan sağ olsun.” diye bağıran Hilal ve Mehmet, bu savaşta çemberin içinde yer aldıklarını, kahraman gibi dimdik durarak gösterdiler. Bu inanç, çemberin giderek genişlemesine neden oldu, o çemberi liderliğiyle Halide Edip, sessiz kalmamayı temsil edip, en ön saflarda yer alarak gözü karalığıyla Azize, Hasibe Ana, Yıldız ve Ali Kemal, vicdanıyla Veronica, acımasızlığıyla Vasili, kızına duyduğu sonsuz sevgi ile Cevdet, hepsi o anda o çemberin içindeydi. Herkes oradaydı, bir kişi yoktu. O da Hilal’in umuduydu.
 
 

 

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER