Aşağı yukarı 10
yıldır İzmir Devlet Tiyatrosu izleyicisiyim, bu 10 yılda onlarca oyun izledim,
zaman zaman küsüp ara verdim oyun izlemeye, zaman zaman yüzümde bir tebessümle
ayrıldım salondan, fakat hiçbir oyundan Yanık'tan aldığım tadı almadım daha
önce. Uzun zamandır izlediklerimden memnun kalmamama rağmen tüm oyunları
izlemekteki ısrarım nihayet sonuç verdi: İzmir Devlet Tiyatrosu üzerindeki ölü
toprağını atmış, tiyatroyu tiyatro yapan ne varsa üzerine giyinmiş ve tüm
gücüyle oynuyor sanki!
Lübnan asıllı
Kanadalı yazar Wajdi Mouawad'ın yazdığı, Cem Emüler'in Türkçe'ye çevirdiği oyun,
Barış Erdenk rejisi ile sahneleniyor. Yalnızca 'sahneleniyor' demek belki de
haksızlık olur, çünkü 'oyun alanı' yalnızca 'sahne'den ibaret değil.
Shakespeare'in o çok ünlü "Bütün dünya bir
sahnedir."* repliğine nazire yaparcasına sahnenin ve dahi salonun
her köşesi bir oyun alanına dönüştürülmüş ve sahne üzerinde çok sayıda sahne,
çok sayıda mekan yaratılabilmiş, üstelik seyirciyi hiç yormadan. Dekor
tasarımını yapan Emre Satı ve hareket düzenini ayarlayan Sibel Erdenk oldukça
iyi iş çıkarmışlar. Mekan kullanımı gibi reji dili de seyirciyi yormayan
cinsten. Bu da oldukça isabetli bir tercih, çünkü insana ağır gelen, iç
çektiren, can yakan, acılı bir hikâye sunuluyor bizlere…
Yanık, içinden geçtiği sevgi ve nefret sarmalında rotasını hep sevgiden yana çevirmiş, hep anlamsız, kökensiz nefretlere yenilip yere çakılmış, yine de ayağa kalkıp savaşa devam etmiş ve sevmekten hiç vazgeçmediği halde bunu göstermeyi unutmuş, sessizleşmiş, renksizleşmiş bir kadının, Nevval Marvan'ın hikâyesi, çağdaş bir tragedya.
Yakın tarihin
akışından beslendiği ve günümüze uzanan bir hikâye sunduğu için çağdaş; insan,
kaderi yerine bütünüyle insana özgü olan kötülüklerle savaştığı, onlara karşı
mücadelesinde yanına alabildiği tek şey sevgi olduğu ve yenildikçe yine sevgiye
tutunup -yenileceğini bile bile- yeniden savaşa başladığı için de bir
tragedya… Tanrılar, devler, büyücüler yok, baştan sona, bütün veçheleriyle
insanlık var insanların karşısında, tüm gücüyle, sevgisi ve sevgisizliğiyle.
Dünyayı cennete ya da cehenneme çevirmeye muktedir 'insan'lığıyla…
Savaşın nasıl bir
yıkım olduğunu, 'insan'ın ise savaştan çok daha acımasız, çok daha büyük bir
'kötü' olduğunu yüzümüze acı acı vuran bu hikâyenin bu kadar etkileyici
olmasının bir sebebi de oyuncuların benim hep aradığım o doğallığı sonunda
yakalamış olmalarıydı.
İzmir Devlet Tiyatrosu'nda benim en çok şikayetçi olduğum konu, kim olduğuna,
nerede yaşadığına, nasıl bir hayat sürdüğüne bakılmaksızın tüm karakterlerin
İstanbul Türkçesi ile konuşmalarıydı. Bu, karakterlerin kimliğini ortadan
kaldırıp bütün kişileri tektipleştirirken seyirciyi de hikâyeden
uzaklaştırıyordu. Nihayet bu oyunda her karakter farklı bir biçimde,
yaşına, konumuna göre konuşuyor ve davranıyor. Böylece uzaklık hissi de
oluşturmuyor.
Nevval'in 15, 35 ve 60'lı yaşlarını izliyoruz oyun boyunca. Fiziksel benzerlikleri bir yana, oyuncuların rolü yorumlayışlarındaki benzerlik de Nevval'i her koşulda kabullenmemizi sağladı. Ece Erişti, M. Aslı Sinke ve Şebnem Doğruer bize oldukça sahici, yaşayan bir Nevval sundular. Oyunda çok fazla karakter var fakat Nevval'den sonra benim en çok dikkatimi çeken ve en çok beğendiğim kişi Janine karakterini canlandıran Sevilay Çiftçi oldu. Kilit bir karakter olan Alphonse Lebel rolünde M. Sadık Yağcı oldukça iyi iş çıkarıyor, hatta zaman zaman sahnenin dağılan enerjisini toparlayıp seyirciyi yeniden hikâyenin içine çekiyordu. Sevda rolünde Hande Gürler ve Ebu Tarık rolünde Ömer Polat, önemli kırılma anlarındaki oyunculuklarıyla yıldızlaştılar.
15, 35 ve 60 yaşındaki Nevvaller bir arada; sahnede flashback'in tadı bir başka!
Oyunda merak
unsurunun polisiyevari bir tavırla canlı tutulması ve esas hikâyenin adım adım
finale taşınması, hem seyir keyfini arttırıyor hem de finaldeki acıyı biz
yaşamışızcasına içimize işliyor. Metin içinde sorulan ve izleyicinin
sorabileceği bütün -evet, BÜTÜN- soruların yine metin içinde, adım adım ve
doğal bir akışla cevap bulması da muazzam. Hiçbir şey yoktan var olmadı, hiçbir
çözüm gökten inmedi, her soru kendi akışı içinde ve doğallıkla buldu yanıtını.
Böylece oyun sonunda sorular değil, yaşanan acılar kaldı geriye, kalbimizde bir
yanık izi…
İzleme fırsatınız
olursa bu oyunu mutlaka izleyin, pişman olmayacaksınız. Ve bir dost tavsiyesi,
ne olursa olsun bu oyuna yalnız gitmeyin. Hem bu oyunu izlemesini sağlayarak
birine iyilik etmiş olun, hem de gittikçe artan acıyı birlikte göğüsleyin. Bazı
acılar tek başına karşı durmak için fazla güçlüdür ve acıya direnmek yerine onu
anlayabilmek için birinin elinden tutmanız gerekir.
* "All the world's a stage." - As You Like It oyunundan.