Ama işte hayat, o kadar
çabalamalarına rağmen bir araya gelmelerine izin vermedi, ayrı düştüler.
Umutlarını asla yitirmediler tabi ki. Rıza’nın hapisteyken Yasemin’e yazdığı
mektup bu ayrılık sürecinde ona hep bir umut ışığı oldu bence. Neticede o da
Ahmet’i bütün kalbiyle sevmiş, birlikte acı ve tatlı anları paylaşmış,
Necdet’in resmini yaparken bile onun gözlerini çizecek kadar, yüzünün her
köşesini ezberlemişti.
“(…)Sevdiklerimden ayrı
olmaya alışmaya çalışıyorum, ama çok iyi öğrendiğim bir şey var: sevenler asla
ayrılmazlar Yasemin! Aklından çıkmayan biri nasıl uzaklarda olabilir? Siz benim
uzağımda nasıl olursunuz? Her gün her an aklımdasınız. Hayalleriniz yanı
başımda dolaşıyor. Sanki seslerinizi duyuyorum. Sizden ayrı kaldığım günlerde
bunu çok iyi öğrendim. Bana güç veren de bu oldu. Hayaller kurmak ve onlarla
yaşamayı öğrenmek...
Eğer
seversen, çok seversen, bütün kalbinle seversen, elini tutmuş, yanağını
okşamış, sımsıkı kucaklamışsan, birlikte acı ve tatlı anları paylaşmışsan,
yüzünün her köşesini ezberlemişsen sevdiklerini hayalinde canlandırabilir hatta
sesini duyabilirsin... Bu sevgi sayesinde ayakta kalmayı becerirsin.
Ayrılanlar, ayrı düşenler hayalleriyle yetinmesini öğrenirler! Bir gün kavuşacaklarına dair umutlarını asla kaybetmezler.(…)”
Fakat o ilk başlardaki cesur,
aşkına her koşulda sahip çıkan kızın sonrasında, her türlü yanlış anlaşılmaları
çözmüş olmalarına rağmen, sevdiği adamın yaşayacağı üzüntüyü göz ardı ederek
Rüya’yı Ahmet’e söylememekteki ısrarı, hayatta en çok sevdiği Ahmet’in ve kızının
mutluluğu ve psikolojisini düşünmek yerine en çok “Necdet üzülmesin!” diye çabalaması,
beni hep üzmüştür. Çünkü Yasemin'i çok seviyordum, bu nedenle ona dair hayal kırıklığım da büyük oldu. Yer yer Ahmet gibi; “Benim
Yasemin’im bu kadar cesur, bu kadar gözü karaydı… Benim Yasemin’im… Aşkı için
her şeyi göze alan, o rüya gibi kıza ne oldu?” hayıflandığımı hatırlıyorum.
İlk 15 bölümdeki Yasemin, Ahmet’in “ada Yasemini” iken, sonrasında o güzel
sıfattan sıyrılmıştı maalesef ki. Çünkü sevdiği kadından ayrı düşen, kızından
haberi bile olmayan Ahmet’in boşa geçen yıllarını telafi edebilmek için daha fazla çabalamasını
beklerdim ondan. Ayla'yla nişanlandığı zaman, “Bana
sormuştun ya yanımda başka bir kadın görünce üzülmeyecek misin diye. Bu kadar
öldürücü olacağını hiç düşünmemiştim. O an hiçbir şeyi umursamadan elinden
tutup seni götürmek istedim. O benim! O benim biricik sevgilim! O benim
hayatımın aşkı! Onsuz ne yaparım ben?” diye arkasından acı çektiği ve
delicesine aşık olduğu adamın çektiği acıları da, en az Necdetinkiler kadar
hesaba katmasını…

Dönemin ve içinde bulunduğu
kişisel durumu düşününce bir parça hak verilebilecek olan
formalite evliliği, mümkün olan en kısa zamanda bitirmesi ve Ahmet’e gerçekleri
açıklaması ona en çok uyacak davranıştı. Bu süreci bir şekilde eline yüzüne bulaştırmış olması bir
yana, Rüya’nın durumunu mahkemeye taşıyıp büyütmek ve Ahmet’le karşılıklı taraf
olmak yerine, sevdiği adamın kızından ayrı geçirdiği süreyi uzatmamak için
elinden geleni yapmasını, mesela onu Rüya’nın doğum gününe çağırmasını
isterdim. Çünkü o Ahmet’in bembeyaz ada Yasemini idi; sevdiği adamı, hercai
gecelerde görmediği Rüya’sına kavuşturmak boynunun borcuydu. Ona, “Bir kızım var, bu ne büyük mutluluk… Bir
kızım var, bu ne büyük bir keder…” dedirtmemeliydi.
Neyse ki aralarında öylesine
güçlü bağlar kurulmuş, bu aşk öylesine iliklerine işlemişti ki yapılan tüm bu
hataları bir şekilde kendi içlerinde halletmeyi başardılar. Dayısı bir
keresinde Yasemin’e, birbirlerini gerçekten seviyorlarsa insanların da,
düşüncelerin de, kavgaların da, zamanın da onları ayıramayacağını söylemişti,
haklıydı. Köprünün altından onca sular aktı, onca acılar yaşandı ama Ahmet,
Rüya’yla istediği samimi bağı kurdukça ve geçirilen süreçte Yasemin’in de
çaresizliğine ikna oldukça onu affetti. O affedince, Yasemin de yine eski ada
Yasemin’i oldu benim gözümde.
Masal gibi başlayan aşk, prensle prensesin
evlenmesiyle son bulmadı neyse ki. Hayatın içerisindeki sorunlarla boğuştular,
dönemin siyasi olaylarına birlikte göğüs gerdiler, birlikte mücadele ettiler.
Ortak sevinçler ve ortak acılar ilişkilerini daha da besledi ve gerçek kıldı.
Bu sayede ben de hâlâ bir yerlerde onların gerçekten yaşamış olabileceğine
inanmaya devam ediyorum.