Gerçi
sonra sahnenin duygusallığı flashback’lerle bozuluyor. Yok yok, bu adamlara
mutluluk sahiden yakışmıyor dedirtiyor insana, ben o esnada birinci sezon
güzellemeleri yapıyorum aklımdan falan. Neyse. Kuru-pilav-cacık üçlüsü bir
araya gelmiyor ama Ayşegül Sinan’a kavuşmuş oluyor sonunda. Bir de Sinan’ın her
şeyi en başından beri bildiğini öğreniyor da, “Bana mıydı gareziniz?” diye
soruyor da, o an hem Sinan’ın üzülüşüne, hem Ayşegül’ün çaresizliğine
dertleniyorsunuz. Tabii Poyraz’a sinirlenmek zaten işten değil; ama “En azından
sen benim çektiklerimi çekmedin.” dediği zaman Ayşegül’e sarılmak istemiyor da
değiliz. Acısını paylaştığını düşündüğü, Poyraz’ı kendisi kadar seven bir Sinan
vardı belki, o da her şeyi biliyormuş. Hayal kırıklığının haddi hesabı yok
gerçekten. Ne olacak bu sevenlerin hali?
Ben bizzat öldüğümden biliyorum, korkulacak bir şey değil.
Dizinin
unutulmaz sahnelerine İlker Kaleli’den yeni bir tirat eklenmiş oldu bu arada,
‘Sevgili yaşlı kardeşlerim’. Bir de Oğuz Atay’la süslenince tadından yenmez
olmuş, üstüne ne söylenir bilemiyorum. Ne güzel yazmış Ethem Özışık ve de
Poyraz’a ne güzel can vermiş İlker Kaleli ki tirat denince artık bir kült
olarak Poyraz Karayel’in bu sahneleri geliyor aklımıza.
İnsanlık artık aramızda dolaşmasa bile hatırası gönüllerde her zaman yaşayacak
ve çocuklarımız bizden, bir zamanlar insanlığın olduğunu, bizim gibi nefes alıp
ızdırap çektiğini öğreneceklerdir.
Yemek
masaları olmasa dizi sektörü ne yapacaktı acaba diye düşünmekten kendimi
alamadığım bir anda, yine dokunaklı bir sahne izlemeye başlıyoruz ki, hem
Ayşegül ve Poyraz’ın karşılıklı acı çektiğine şahit olmaktan, hem de sonunda
çözüme bağlanamayan birçok meselenin yüzeysel de olsa konuşulduğunu görmekten
epey haz duyuyorum. Zira güzel diyaloglar ve iyi oyunculuklar sağlam detaylarla
harmanlanmıştı yemek masası sahnesinde.
Yazı devam ediyor..