Poyraz Karayel: Senin benden başkasını sevmen, bu dünyaya kötülük

Poyraz Karayel: Senin benden başkasını sevmen, bu dünyaya kötülük
İşler sence de pek bir güzel karışmadı mı Poyraz Karayelci? Seni bilmiyorum ama ben sezonun hikâyesini topladığını görüp baya keyiflendim bu akşam. Uzatmadan, en başından söylemiş olayım, çok şık bölümdü.

Sevgili Coşkun Hikmet Özben, aramıza hoş geldin. Senden Poyrazcım Karayel’i, biraz Hikmet’i ve tabii Turgut’u aratmayan yalpalayışlar, bolca tökezliyor da tutunuyor gibi oluşlar, mutluluğa koşarken yavaşlamak zorunda kalışlar, delirmekle delirmemek arasındaki ince çizgide dengede durmaya çabalayışlar bekliyorum. Tüm çaresizliklerinde yanında olacağım, söz veriyorum.

Haftalardır eleştiriler yağdırdığım canlı bomba meselesini nasıl oldu da benim bile heyecanımı körüklemeyi başaran bambaşka bir boyuta taşıdınız, gerçekten şaşkınlıkla izliyor ve tebrik ediyorum. Konunun Orta Doğu ve terör ekseninden uzaklaşmasına çok sevindim. Özellikle bazı vurgulamaların can sıkıcı siyasî atmosfer eleştirileri taşıdığına kanaat getirerek sevincimi ikiye katladım. Zira tek bir hedefin öldürülmesi ve yüz kişinin aynı anda öldürülmesi pek çok açıdan birbirinden farklı, evet. Bahsi geçen örgüt, kurum, kuruluş, teşkilat, artık her neyse ve ne amaçlıyorsa, hedeflerindeki ‘entelektüel birikimi olan’ insanları öldürmek için terörü kamuflaj olarak kullanıyor imiş. “Yüz kişi ölünce kimse bir kişiye uyanmıyor değil mi, arada kaynatıyorsunuz bütün cinayetleri?” diye sordu Poyraz. Canım Poyraz. Akıllı bir hamleyle durumu lehinize çevirmekle kalmamış, bir de araya küresel sermaye lafları sokuşturup Zülf-i kâre dokunmuşsunuz. Beni tavladığınızı açıkça itiraf ediyor, bu hissimde yalnız olmadığımı tahmin etmekle beraber tüm Türkiye’ye huzurlu yarınlar diliyorum.

Birinci sezon finalinden beri menemen ve pizza dışında gıda görmemiş Sinan’a süt getiren muhteşem detay Eda <3

Takribi otuz sekiz dakikası flashback’ler ve müzikaltılarla geçen bölümümüzde, işbu atfın Taşkafa ve Zülfikâr ikilisinden gelmesi yüz güldürücü bir ayrıntıydı. Bir de üstüne istihbarat merkezli İsmail Karayel kaçırma vakasının hatırlatılması eski güzel günleri anmama vesile olarak keyfimi yerine getirdi. Galiba bölüm gerçekten kısa çıkıyor son iki haftadır. ^^

Babam ölmüştü sonuçta, geri geleceğini bilmiyordun. Ama ne bileyim, ondan başkasını da sevmezsin sanıyordum.

Gelgelelim, bölümün en samimi, en güzel, en ‘hiç bitmese de izleyip dursak’ sahnesi Ayşegül ve Sinan’ın evin önündeki bol itiraflı, sarılmalı ve gözyaşlı diyaloglarıydı. Ben de sizi çok özlemişim be, valla. Sinan’ın küçük bir çocuktan biraz ötede, Ayşegül’ün arkadaşıymışçasına sohbet edebildiği bir karakter olması bazı izleyiciler tarafından yadırganıyor sanırım; ama bence büyütüldüğü kadar absürt bir durum yok ortada. Hatta çocuk olduğu için ettiği lafları daha anlamlı buluyorum. Ayşegül de objektif olmasını beklemediği küçük arkadaşı kendisine hak verince pek bir güzel seviniyor. 

Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER