Yeni sezonun başladığını duyana kadar içimde bir eksiklik
vardı ve adını koyamıyordum. Neyi özlediğinizi bilmediğiniz ama sürekli bir
konuyu atladığınızı düşündüğünüz zamanki o his tarafından ele geçirilmiştim. Tam
bu noktada bir aydınlanma yaşadım. Ele geçirilmek? Şeytanlar? Crowley?
Çocuklar? Dean ve Sam! Gözlerim bu tümden gelim ile kocaman açıldı. Bir yerlere
gitmeyi özlemiştim. Ben; tozlu, paslı, viski kokulu bir şekilde ve 80’ler rock
şarkılarıyla birlikte yolda olmayı özlemiştim.
Aksiyonları ya da doldurmalık bölümleri hoşuna gitmeyen,
“Nerede o eski ramazanlar?” hissiyatı içinde
Supernatural izleyenlerden değilim. Yeni heyecanlar yaşansa kötü mü olur? Aksine yeni bir soluk gelir ama zaten her şeyin her saniye değiştiği bir çağda yaşarken bize aynı tadı veren kıymetli şeylerimiz olmalı...
Avcılık yaptıkları zamanların esas
alındığı bölümleri hala daha büyük bir istekle izliyorum. İlk sezonlarda durum
böyleydi çünkü ilk günkü heyecanımı hissediyorum o bölümlerde. Ailemizin fedakâr
ve serseri abileriyle yolculuk yapmayı özlüyordum; kavuştuk. Üstelik artık bir aile büyüğümüz de bu yolculukta bizimle...
Yeni sezonun ilk bölümünü köşe bucak deşmeden önce
geçtiğimiz sezonda kaldığımız yeri ufacık hatırlamak istiyorum.
Çağımızın vebası tükenmişlik sendromuna tutulmuş Tanrı Chuck, kavgalı olduğu kız
kardeşi Karanlık ile bir savaş içine girmişti. Dean Tanrı’nın kız kardeşi
ile kuş uçmaz kervan geçmez yerlerde öpüşüp cilveleştiği kısmını es geçersek,
kelimenin gerçek anlamıyla, ayaklı bir bomba olarak onu yok etmeye gitmişti.
Abisi kadar, hatta neredeyse ondan daha güçlü olan Karanlık
durumu tabii ki fark etti. Bir sezonluk mesailerinin ve ortak mühür taşıyor
olmalarının hatırına – öpüştüklerinden değil canım, siz de ne fenasınız!- Dean’i
affedip bir dileğini gerçekleştirdikten sonra Chuck ile birlikte gökyüzüne
doğru süzüldüler.
Dünya bir gaz ve toz bulutuyken başlayan sürtüşmeleri ile
birbirlerini gördükleri yerde boğazlamak isteyen abi kardeşin, ele ele tutuşup
yükselişine canlı canlı tanık olmanın şokunu atlatamamış Dean, Harflerin
Adamları’nın sığınağına dönerken sarı saçlı ve beyaz gecelikli bir kadınla
karşılaştı...
Supernatural Azrail’e, ölüme ve öteki
dünyaya meydan okumaları yani efsane geri dönüşleri ile ünlüdür. On bir sezon
boyunca ölüp ölüp dirilenler listemiz bir hayli kabarık ancak bu pozisyondan
bir gol geleceğini şahsen ben öngörememiştim.
Bir siz mi ölüp ölüp dirileceksiniz? Bir sefer de anneniz dönsün!
Beatles’ın Hey Jude’unu ninni niyetine oğluna söyleyen, on
iki sezona kadar birkaç kez kısa zamanlı karşımıza çıkan Mary Winchester oracıkta duruyordu. Kanlı canlı, nefes alarak...
Diğer bir yanda The Vampire Diaries’de çılgın cadı Kai’nin
katliamı ile tabutundan çıkan Valerei’miz Stefan’la yaşadığı hayal kırıklığından
sonra diyar diyar gezmekten sıkılıp Harflerin Adamları Londra Şubesi’ne
katılmış olarak karşımıza çıktı. Bir anda sığınakta beliren sarı şeytan Castiel'i kanlı bir sembol çizerek bilmem kaç kilometre uzağa şutluyor ardından Sam'i vuruyordu.
Cehennem'in sahibi kim olacak tartışmasında Lucifer'in köpeği olarak izlediğimiz Crowley adeta kölenin yükselişini hazırlıyordu. Zincirlerinden kurtulan Crowley'nin karşısında bedenlere sığamayan bir Luifer bırakmıştık...
Yazı devam ediyor..