Pamir, hayatı ciddiye almayan düşünce yapısıyla, her şeyi oyuna çevirmenin peşinde besbelli. Ama karşısında her anlamda eli güçlü bir rakip var. Duydukları karşısında, hem arkadaşlık hem de bir türlü anlayamadığım kuzenlik bağından dolayı geri adım atması gerekirken, adam gayet rahat devam etmeyi düşünüyor. Değişik bir motivasyonu var Pamir’in. Gerçi Neriman ve Sude ile olan kan bağını düşünürsek çok da şaşırmamak lazım. Yalnız Pamir'cim Defne’ye hakikaten “Albertine” diyemezsin canım. Ömer kızmasa da biz kızarız. Zira biz Kiralıkçılar, Defne ile Ömer’e ait olan şeylerin bir başkası tarafından kullanılmasından pek hoşnut olmayız. Sen buralarda yenisin, daha çok öğreneceğin şeyler var da bizim dizimize gelenlerde kafa biraz farklı çalışıyor. Hemen bu özel anlara dalıyorlar. Seni bu hafta kafamda bir yerlere koydum, ama bakalım sütlü çay kadar British olacak mı buralar?
Ömer’in Defne’ye, yine onun Defne’si olmasını istediğini söylediği sahne çok duygusaldı. Defne’yi korkuttuğunu ve Defne’nin ondan vazgeçtiğini düşündüğü için pes etmeye hazırlanıyordu ki Aytekin yetişti imdadına. Hazine bulan Ömer’e gel. Kutuyu açınca ne kadar sevindi ya. Hele Aytekin’den aldığı cevaplar karşısında mest oluşuna ne demeli? Ağzı kulaklarındaydı Ömüş’ün. Ondan sonra sahneye çıkan Ömer, gerçekten görmek isteğimizdi. En bi’ şahanesinden. Sahalara iyi dönüş yaptın Sinyor İplikçi, tüm atakların on numara beş yıldızdı. Senin heykelini dikeceğiz biz Kiralıkçılar, az kaldı az.
Bu bölüm, o kadar çok mesaj verildi ki bize. Umarım, yok Defne haklı yok Ömer, yok o suçlu yok bu kafasından çıkarız artık. Aşkta haklı haksız neye göre belirlenir ki? Aşk emektir, kendinden vermektir. Eşitlik değil, denge ve adalet gözetir. İkisi de kurallarını belirleyemedikleri bir şeyin içine düştüler. Defne oyunun ağırlığı ile mücadele ederken, vicdanen hep huzursuzdu. Bu yüzden duygularını istediği gibi yaşayamadı. Ömer zaten oyunu bilmeyen taraftı ve de bu yüzden yaşananları tam anlayamadı. Evet hem üzüldüler, hem birbirlerini üzdüler. Ama ikisi de ellerinden geleni yaptılar. Fotoğrafın bütününü göremedikleri için vakıf oldukları kadarına kaçmadan emek verdiler. Biz olayın bütününü bildiğimiz için, öyle yapsalardı böyle yapsalardı diye akıllar veriyoruz. Ama hepimizin hayatı böyle değil mi? Yaşadığımız şeyin içindeyken ne kadarını anlayabiliyoruz? Aklımız ya da duygularımız perde olmuyor mu yaşadıklarımıza. Hem kim daha fazla haklı olsa ne olacak ki? Bu iki insan birbirini bu kadar seviyorken ve de ayrı olduklarında bu kadar acı çekiyorken, bunun ne kadar önemi var Allah aşkına.
Usta ile Ömer’in konuşması çok güzeldi. Ne kadar bilge bir adam Sadri Usta. Olayları taraf tutmadan ve de hakkını vererek çok güzel yorumluyor. Ömer’le yollarının kesişmesi tesadüf değil ki, zaten tesadüf diye bir şey de yok. Biz açıklayamadığımız şeyleri böyle adlandırırız sadece. Hepsi kaderin matematiğidir. Defne’nin yaşadıklarını ve o acılı anları çok güzel özetledi Ömer’e. “Bilmek istemezsin.” dedi. Canını yakmak için değil bilakis yaşananları ve hissettiklerini aktardı. Ben İso’nun da ustanın yanında, aynı Ömer’in geçtiği tedrisattan geçtiğini düşünüyorum. Ömer gibi onun da, ön yargılarının ve sınırlarının burada değişeceğini biliyorum. Defne ile konuşması ve işinin tarafını seçmesini söylemesi, onun duruşunu gösteriyor zaten. Ömer’e tepkisini çok fazla ve yersiz bulsam da kısa bir zaman sonra düzeleceğine inanıyorum. Ama Ayşegül olayı gerçekten çok garip. Hiç mi İso’muzun yüzü gülmeyecek? Hiç mi mutlu olamayacağız? Nereden çıktı bu Türk filmi itemi?
Ben Seda’yı sevdim, hatta Yasemin’den daha fazla sevdim. Yasemin baştan bizi çok sinir etmişti. Belki de bu yüzden, tüm değişimlerine rağmen alttan alta bir ayar olmuşluğum vardı. Malum bizde travma çok, beğen beğen al. Ama Seda, hikayemize iyi geldi bence. Kendinden emin ama kimseyi ezmeyen halleri ile Sinan’la yakıştılar. Neler yaşanacak göreceğiz.
Sinan Ömer’in olduğu kadar Defne’nin de dostu. Her arada kaldığında olaya müdahale etti. Onun nasıl bir savaşçı olduğunu ve geride nelerle mücadele ettiğini çok güzel ifade etti Ömer’e. Bize bunlarla gel Sinan Karakaya, elini taşın altına koy lütfen. Koca bir yıl seni nereye koyacağımızı bilemedik. Sonra öyle bir laf ettin ki Ömer gibi biz de seni hiç düşünmeden bağrımıza bastık . Bunları geçen sene söyleseydin ya da azıcık çıtlatsaydın, biz de bu kadar sinir olmazdık hani. Ya bu hikayede bizi düşünen bir Allah’ın kulu yok mu arkadaş?

Defne, baktım ki ıstakoz sevmiyorsun diye restoran kapatamıyorum, caddeyi kapatayım dedim ben de.
Cesaret mi? Doğruluk mu?
Ömer’le Defne şirkette kilitli kaldıklarında “Doğruluk mu, cesaret mi?” oynamışlardı ve her ikisi de sadece doğruluk demişlerdi. Yalanın aralarında oluşturmuş olduğu güvensizlikle hep merak ettikleri şeyleri sormuşlar, duygu ve düşüncelerini ifade etmeye çalışmışlardı birbirlerine. İşte bu hafta oyunun cesaret tarafı ile sahnedeydi, hem Ömer hem de Defne. Oyun da değildi, sonuna kadar gerçekti. Ne mi oldu?
Araba ile yol keserek cesaretin zirvesini yapan Ömer’e karşı, kanepede kendinden emin oturan Defne… 814. defa hayata gelmiş olan Ömer İplikçi’yi bile bu hareketiyle şaşırtan Defne… Son olarak biz fanileri kafasında binbir türlü soruyla, bir hafta merakla bekleten sahne. Bekliyoruz efendim biz de, yaşanacak o şahane anların hatırına döne döne…