Kanadalı Xavier Dolan henüz 27 yaşında olmasına rağmen çektiği filmlerle dünya çapında ses getirmiş, seveni de eleştireni de çok bir yönetmen. Birçok festivalden ödüllerle dönen Dolan özellikle Cannes Film Festivali’nin yıldızı. 2014’te Mommy filmiyle yakaladığı başarının ardından bu yıl da Alt Tarafı Dünyanın Sonu’yla Jüri Özel Ödülü’nün sahibi oldu. Üstelik bunu eleştirmenler tarafından pek de beğenilmeyen bir filmle başardı.
Dünya festivallerini gezdikten sonra 15. Filmekimi’ne konuk olan Alt Tarafı Dünyanın Sonu (Juste
La Fin Du Monde) bir tiyatro uyarlaması. Dolan’ın Jean-Luc Lagarce’ın aynı adlı oyunundan kendisinin senaryolaştırdığı filmin başrollerinde Nathalie Baye, Vincent Cassel, Marion Cotillard ve Lea Seydoux gibi Fransız sinemasının güçlü oyuncularını izliyoruz. Dolan’ın bildiği sularda yüzdüğü, aile içi ilişkiler, bu ilişkilerin karmaşıklığı ve gerilimi gibi konuları ele alan filmin beğenilmeme ve eleştiri oklarının hedefi olma sebebi büyük oranda bir tiyatro uyarlaması olması ve bu tercihin Dolan’ın sinemasıyla, görsel diliyle çelişmesi diyebiliriz.
"Anneler ve oğulları"
34 yaşındaki Louis 12 yıldır ailesinden uzakta yaşamaktadır ve bu süre içinde onları bir kere bile ziyaret etmemiştir. Louis’yi filmin açılışında uçakta görürüz. Yola çıkmıştır ve yanında kaygılar, soru işaretleri, eve varınca yaşayacaklarının ağırlığını taşımaktadır. Yıllar sonra yapılan bu yolculuğun sebebi seyirciyle hemen paylaşılır. Böylelikle film boyunca neyle yüzleşeceğimizi biliriz. Oysa filmin karakterleri bunun farkında değillerdir, olup olmayacakları da meçhuldür hatta. Bu başta tiyatroda olmak üzere roman ve öykü gibi diğer türlerde de sıklıkla kullanılan ve “Dramatic Irony” (dramatik ironi) denen bir yöntem. Giriş-İşleme-Çözülme olarak adlandırabileceğimiz üç aşamalı bir sürece sahip bu yöntem de sırasıyla seyircinin (okuyucunun) bu bilgiyle tanışması, bu bilgi sayesinde merak ve heyecanı arttırma ve son olarak durumun açığa çıktığı anda diğer karakterlerin yaşadığı aydınlanmayı görüyoruz. Bir nevi anlatıcı işlevi de olan Louis, sırrını bizlerle paylaşıp yanına gittiği ailesinden gizleyerek bu eylemi gerçekleştiriyor filmin teatral yanını iyice vurgulamış oluyor.
"Vincent Cassel harika bir performans sergiliyor"
Deli dolu bir annesi, sert bir abisi ve ergenlikten çıkıp yetişkinliğe adım atan bir kız kardeşi olan Louis için evdeki tek bilinmez abisinin eşi olacakken araya giren 12 yıllık bu boşluk birinci dereceden akrabası olanları bile ona yabancı kılıyor. Bu noktada yengesiyle kurduğu iletişim tuhaf bir şekilde diğer aile fertlerinden daha yakın oluyor. Aileye sonradan katılan, bir parçası haline gelmiş olsa da hissettiği “ait olamama” hissinden kurtulamadığı aşikâr olan bu kadın Louis’yi gerçekten anlayabilen ilk ve belki de tek kişi haline gelirken ailelerin dışarıdan görünen mutlu birliktelik tablosunun sahteliğinin de ilk işareti haline geliyor. Gürültü ve karman çorman şekilde bir araya gelen aile ilk şoku atlattıktan sonra iletişim kurmaya çalışsa da bu çaba sürekli araya giren özlemle karışık kırgınlık hisleriyle bölünüyor ve bol bağırış çağırışlı kavgalara evriliyor. Taşıdığı sırrı / yükü ailesine nasıl aktaracağını bilemeyen, üstelik evinde, ailesinin yanında olmak yüzünden kapıldığı özlemlerle, yarım kalmışlık hisleriyle buluşan Louis’nin mücadelesi aile bireyleriyle arasına giren mesafenin su yüzüne çıkmasıyla birlikte giderek zorlaşıyor. Dar alanda dolaşıp, dekorunu evin gölgeli ve nispeten karanlık atmosferine taşıyan Dolan karakterler arasındaki gerilimi seyirciye bu şekilde aktarmayı tercih etmiş gibi. Bu darlık yüzünden de kamera sürekli oyuncuların yüzünde, anlatmak istediği her şeyi onların ağzından çıkacaklara, jest ve mimiklerine bağlamış. Burada araya girip anne rolünde Nathalie Baye ve abi rolünde Vincent Cassel’in harikalar yarattığını söyleyelim. Gaspard Ulliel, Louis’nin kırılganlığını iyi bir oyunculukla perdeye yansıtırken oyunculuğundan hiç şüphe etmediğimiz Lea Seydoux’nun biraz tutuk kaldığını da ekleyelim.
"Neşeli sofralarda konuşulamayan gerçekler"
Alt Tarafı Dünya’nın Sonu’nun kötü bir film olmadığını düşünüyorum. Xavier Dolan sinemasını sevdiğim, bugüne kadar yaptığı işlerle kendini kanıtlamış ve en sıradan filmiyle bile seyirciyi heyecanlandırabilen bir yönetmen. Gözlemlerine hayran olmamak ve yaptığı nokta atışlarına şaşırmamak bir hayli zor. Hele de eşcinsellik, aile içi dinamikler ve anne-oğul ilişkisiyle ilgili olanlara. Bu film özelinde bahsedebileceğimiz temel sorun Dolan’ın yönetmenliğinin tiyatroyla pek de uyuşmamış olması. Oyunu sinemaya uygun hale getirmek yerine kendi sinemasını oyuna uygun hale getirmeye çalışınca tökezlemiş olduğunu düşünüyorum naçizane. Zaman- mekân- konu birliğine (Bkn. Tiyatroda Üç Birlik Kuralı) dayanan bir oyun olan Alt Tarafı Dünyanın Sonu, deyim yerindeyse Dolan’ın elini kolunu bağlamış, uçarı halini baltalamış gibi görünüyor. Filmde “Dolan sineması” na en yakın sahneler geri dönüşlerde izlediğimiz, fonda yine bir Dolan alamet-i farikası olan müziklerle bezeli kısımlar. Bu bölümlerdeki ışık-renk oyunları tam da “İşte Dolan bu!” duygusunu yaşatıyor seyirciye.
Her şeye rağmen bir Dolan filmi izlemek güzel. Daha çok üretsin, denemekten çekinmesin, perdede daha çok karşımıza çıksın diliyorum kendi adıma. İyi seyirler...