Geçtiğimiz günlerde Bobby Roth’un da
katılımıyla bence çok geç bile kalmış bir toplantı yapıldı. Bu sektör şu an
ulaşmış olduğu noktaya gelmeden önce, bu tür çalışmalar yapmayı mümkün
kılacak bir sektörel işbirliği yaşasaydı, muhtemelen şu an bu pazarı bir endüstriye
dönüştürmekte bu denli geç kalınmazdı.
Bir yandan da ülkemizde her ne işin adı ‘endüstri’ ye evrilse, içine gereğinden çok
teknoloji, epeyce emek sömürüsü, insani duyguların değil düşüncelerin ve çıkarların
üzerine kurulu bir dünya yaratıldığından, bu gidişata ne kadar sevinmeliyim bu benim için hala soru işareti.
Zira şu an için Dünya’da kendine duygusal
kaynak yaratmakta ufaktan bir çıkmaza girdiği ortada olan ve işin merkezi
diyeceğimiz Holywood’un bile içerik sıkıntısını bir tek ben görmüyorumdur.
Roth’un durup durup ‘iyi hikaye’ sağlam içerik’ demesi boşa değildi.
Bu endüstrinin ihtiyaç duyduğu organik içerik tamamen
duygulanımdan üretiliyor. Düşünceler, organizasyon ve işin teknolojik kısmı tamamen
araç. Örneğin Dünya’nın en büyük endüstrileri olan ilaç ya da silah sanayiine
baktığınızda duygulardan eser bulamazsınız. Oysa Amerika’da bunlardan hemen
sonra 3. sırada gelen bu sektör duygular olmadan ayakta kalamıyor. Duygu bu
işin ekmeği, suyu.
Duyguların bir özelliği vardır, sürekli
kendilerini tekrar ederler. Ancak bir insanın hep aynı hikayelere, hep aynı
şekilde, hep aynı şiddette duygulanması da mümkün olmaz. Dolayısıyla bu
endüstrinin de sürekli kendini yenileyen içeriklere ihtiyacı vardır. Her daim
de olacaktır.
Amerika gibi tüm sistemi oturmuş, kimin neyi
neden yaptığının pek belli olduğu ülkelerde farklı duygulanımlar yakalamak
giderek zorlaşır. Zamanla insan
hikayelerinin bir sonu gelir. Böyle durumlarda çoğunlukla mitoloji, tarih ve eski
dönemler devreye girer. Lady Diana, Marlyn Monroe gibi şahsiyetlerin ve bazı
dönem filmlerinin tekrar tekrar çekilmesi bu anlamda hiç de şaşırtıcı değil.
Son dönem Amerika dizilerinde mitoloji ve fantastik konuların dibine vurulması
da yolun sonunun yakın olduğuna delalet gibi. Artık onlar da başka 'Dünya’ların
hikayelerine ihtiyaç duyuyor. Kapıları
açıp dışarı çıkmak ve bu hikayeleri başka coğrafyalarda aramak zorundalar.
Bizimki gibi bir ülkede duygu, kaynağını
kazdıkça topraktan yeniden çıkar. Böyle bir tarihin, farklı kültürlerin, hatta
medeniyetin beşiğindeyseniz, hala yaşanan arbedelerin, adı konmamış savaşların
sürdüğü bir coğrafyada bu iş için gereken duygular, yaratıcı yazarların kaynak havuzuna
bolca akar da akar. İş ki bunu mirasyedi gibi yemeyesiniz.
Amerika’lının İngiliz’in Fransız’ın giderek
daha fazla ilgi duyduğu bu ülkede bizim sektör elindekinin değerini ne kadar
bilecek bu bence en önemli soru işareti. Bu sorunun cevaplarını da
senaristlerin çalışma koşullarında ve ürünlerinin ne şekilde
değerlendirildiğinde aramak gerekir.
Bana sorarsanız bu sektörde öz sermaye
güçlenmelidir. Bunu yaparken kendi kaynağını yok etme eğiliminden hemen
vazgeçmelidir. Üretimin öz merkezine yatırım yapmayan, sürekli hazırdan yiyen
ve bu kaynağı bozuk para gibi harcayan bir pazarı endüstriye dönüştürsen ne
olur. Yani sadece 2023’te 2 milyar dolar ihracat bekliyoruz demekle bu
işin yürümeyeceği ortada. Büyük resme
bakıp sadece dolar görenlerin bu işi başarması mümkün görünmüyor. Yeni
yaklaşımlara, yeni yapılanmalara, yeni tip patronlara ihtiyaç var.
Toplantının sonlarında gelen soru ve
yorumlardan henüz üretimin hiç bir aşamasında gerçek bir hukuk altyapısının
oturmadığını, özellikle Tv tarafında taşeronluk sisteminin başını alıp gitmiş
olduğunu, iş ve işçi güvenliği noktalarında henüz sektörel yontma taş çağında
olduğumuzu vurgulayanlar oldu. Umarım bu ikazlar dikkate alınmıştır.
2 milyar dolar hedefini, göz bebeklerinde
ışıldatan sektör patronlarının Yeşilçam’dan aldıkları mirasın hisselerini yakın
gelecekte bazı yabancı şirketler ile ortaklıklarında masaya koyarken, %49’un üstünde bir payı verdiklerinde tüm
tarihimizi, kültürümüzü, sanatımızı da acımazsız bir kapitalizm çarkına emanet
edeceklerini unutmamalarında fayda olduğu muhakkak.
Zira doğru alt yapı üzerine kurulmadığında
duygu madenciliği ya da kültür inşaatçılığı da diyebileceğimiz bu sektörün,
diğerlerinin yaşadığı betonlaştırma ve insanı toprağın derinlerine gömüp sonra
çıkaramama gibi sıkıntıları yaşaması işten bile değildir.
Patronaj hep kendi duymak istediklerini
söyleyenleri değil, biraz da duyması gerekenleri söyleyebilenleri dinlese iyi
eder. Kazanın doğurduğuna inandıkları
kadar, yeri geldiğinde ölebildiğine de inanabilmeliler.
Tespitler abartılı mı, ikazlar gereksiz mi,
öngörüler hatalı mı geldi? Yakın gözlüğüm 1.5 ama uzağı sağlam görürüm. O yüzden kimse kusura bakmasın, dost acı
söyler...