Hayatın katmanları vardır. Başka bir deyişle çok boyutludur
hayat. Biz sıradan insanlar için daha çok sinema endüstrisine ait bir tanım
gibi gelen 3D (üç boyutlu/ üçüncü boyut) ya da bilim adamlarının evreni
açıklamak için kullandığı dördüncü boyuttan bahsetmiyorum. Hayatı zor fakat
anlamlı yapan, birbirinden ayırmanın çok zor göründüğü, iç içe geçmiş
katmanlardan bahsediyorum. Eğer kurgu bir hayattan bahsediyorsak da makbul olan
derinlikli ve çok boyutlu olanlardır bu yüzden. Tıpkı ekran işleri içinde bu
anlamda herkes tarafından makbul kabul edilecek olan Hayat Şarkısı gibi. Ben de
hayatın sayısız katmanları arasında kaybolup kaçırdıklarımız üzerine kafa
yorduğum bir dönemde Hayat Şarkısı’ nın derinlikli hikâyesi içinde gözden
kaçırdığım bir şeyler olduğunu fark ettim. Gözümün önünde duranın biraz arkasında
kalan flu bir görüntü gibi. Ve gözlerimi kısıp biraz daha uzağa – ya da derine
- odaklanmaya karar verdim.
Şimdi durup baktığım yerden bu bir “hayatta hiçbir şeye tam
olarak sahip olmamış iki kız kardeşin yine asla tam olarak sahip olamayacakları
şeylere kapılma hikâyesi” idi. Hülya’nın asla tamamen sahip olamayacağı evlat hikâyesi
ve Melek’in asla tamamen sahip olmayacağı bir adama duyduğu aşkın hikâyesi.
Önce Hülya’nın hikâyesi ile başlayalım.