Lisede hayatı neye benzetiyorsun, hayat nedir diye beyin fırtınası yaptığımız zamanlarda hayatı otobüs yolculuğuna benzetmiştim. Evet, ne kadar süreceğini bilmediğimiz bir otobüs yolculuğu. Birlikte yolculuk yaptığımız insanların zaman zaman değiştiği, yeni insanlarla tanıştığımız, rotasının değiştiği, zaman zaman bizim istediğimiz dinlenme tesislerine uğrayan, ne zaman biteceğini bilmediğimiz gibi nereye gittiğimizi, hangi duraklara uğrayacağımızı pek bilemediğimiz bir yolculuk.
Bu yolculukta yeni tanıştığımız insanların bir kısmıyla öyle bir kaynaşıyoruz ki yolun sonuna kadar bizimle oluyorlar, bir kısmıyla sonraki durağa kadar beraber oluyoruz. Bazılarıyla ise yolculuk boyunca tek kelime dahi etmeden yolculuğumuzda yer veriyoruz. Elçin Sangu da benim yolculuğumda, ön çaprazımdaki koltukta oturan gözlerimi alamadığım uzaktan izlediğim bir elf kızı. Güzelliğinden pek bahsetmeyeceğim, zira güzelliği devlet dairesindeki 30'lu 40'lı yaşlarındaki memurların gazete manşetlerini kendi aralarında konuşurken, sıra onun için yazılan habere(?) geldiğinde ‘onu beğenmemek mümkün değil’ minvalindeki konuşmalardaki kadar, sevdiğiniz erkekle onun güzelliğini konuşacak kadar aşmış olduğunuz nesnel bir olgu benim gözümde. Casablanca’yı izledikten sonra en beğendiğim aktris olan Ingrid Bergman’ı koltuğundan edecek kadar güzel Elçin Sangu. Zira onun yerinde olsam kendimi eve kapatırdım, panjurları da indirirdim eve de kimseyi almaz gün boyu kendimi izlerdim by Koriş. ^^
Ama bunun dışında güzel olduğu kadar da gerçek Elçin Sangu. Saçlarıyla neredeyse aynı renge sahip bal gözlerine baktığınızda orada dimdik duran güçlü bir kadın görebiliyorsunuz. Dolu dolu bakan, düşünen, tüm benliğiyle insanlığıyla var olan bir kadın. Opera mezunu olup sesini beğenmeyecek kadar mütevazı, elektrik kesildiğinde, çoğumuz oflayıp puflarken akordeon çalıp çevresini neşelendirecek kadar pozitif. (bu bilgi hayranlarının bin bir emekle hazırladığı Kızıl Sonya dergisinden), kendinizi tek kelimeyle ifade eder misiniz sorusuna ‘kırık’ diyebilecek kadar ısırılası... Işığına kapılıp, onu takip etmeye başladıkça o naif ve zarif görüntüsünün arkasındaki kimseye eyvallahı olmayan, duruşu ve çizgisi olan kadın size göz kırpıyor. Yapaylığın bu kadar yoğun olduğu bir zamanda, şöhretinin getirdiği bütün kamera ışıklarını istediği gibi yönetecek güçte olmasına rağmen sade, kamera ışığından uzak, gerçek hayatıyla var olması onu özel kılan, Elçin Sangu yapan detaylardan. Sadece iyi bir oyuncu değil, sadece çok güzel değil her şeyiyle ‘çok sevilesi’.