Dünyanın en acıklı şarkısı ile
biten altıncı bölümün travmasından sonra yedinci bölüme başlamaya cesaret etmem
biraz vakit aldı diyordum ki bir de ne göreyim? Meğer boşuna üzmüşüm kendimi.
Bu sefer dünyanın en mutlu, en ‘Ben sana aşık olmasaydım acaba ne yapmayı
düşünüyordum şu hayatımda?’ şarkısı olan, hem de Demet Evgar’ın yumuşacık
sesinden gelen "Fark etmeden" ile bitti bayram şekeri tadındaki bölüm. Fikret
Kızılok ne söylese marş diye gezerim ama bu şarkıyı Demet Evgar’dan dinlemeye
doyamıyorum. Sondan başlamaya iyi alıştın demezseniz, mest olduğum anlara
geçmek isterim hemen.
Susamış suların akışı gibi
Ömer’in, kitabı alanın Defne
olduğunu, üstelik de parası yetmediği için kitapçıyı temizlemek suretiyle ödemeyi
denkleştirebildiğini öğrendiği andan itibaren olanlara içim gitti, resmen
kalbimden cızır cızır sesler geldi. O kitap konusunun öylece kapanıp gideceği
gibi bir umutsuzluğa kapılmıştım nedense, ortalık şenlendi Şükrü Abi’nin
arabada anlattıkları ile. Sonrası cümbüş. Ömer’in yana yakıla Defne’yi araması,
ondan konum istemesi, kendini her zaman olduğu gibi nasıl olduğunu anlamadan,
fark etmeden Defne’nin yanında bulması hep başka türlüsü imkansızmış gibi
doğal, başka türlüsü kimsenin aklına bile gelmemiş gibi kendiliğinden oldu.
Çaresiz gözlerin bakışı gibi
Defne’nin Ömer’i kapıda
beklemesi, daha arabanın ışıklarını görür görmez içinin titremesi, kitabı
alanın kendisi olduğunun ortaya çıkmasına sevinemeyecek kadar çok korkması, o
öyle ‘Sizi görünce panik ataklar geçiriyorum Ömer Bey’ diyemedikçe bizim de
kendimizi türlü çeşitli ataklarda bulmamız da bölümün diğer tadından yenmeyen
kısımlarıydı. Defne öyle güzel bakıyor ki Ömer’e, Snapchat’te ağzından gözünden
gökkuşağı çıkartan filtre sürekli açık duruyormuş gibi üstümüz başımız hep
rengarenk.
Yazı devam ediyor..