Poyraz Karayel: Ölüm gibi bir şey oluyordu, maşallah ölmeyen de kalmıyordu..

Öncelikle, fragmanlar çıkmadan önce tahmini olarak Sinan’ın ve Neşet’in öleceğini, Begüm’ün gideceğini, Sema’nınsa bir şekilde diziden çıkarılacağını düşünüyordum. Poyraz aklımın ucundan bile geçmezdi yahu. Fragmanı izledikten sonra bile, yok canım dedim, ters köşedir. Poyraz’ın ölümünü fragmanda bağırmak nedir zaten Allah aşkınıza? Madem öyle bir durum var, söylemeyin de şüphelenmeyelim. 

Cold open’la açılan bölüm boyunca da inanmadım öleceğine. En son reklam arasında Gülçin Hatıhan’ın paylaştığı fotoğrafı gördüm instagram’da, bölümde henüz gösterilmemiş olan Poyraz’ın mezar fotoğrafı, İlker’in gidişini haber veriyor yorumunda… Farkındalığa erdiğim andı o an. Gerçi hâlâ tam olarak kabullenebilmiş değilim de, sanırım diziyi bu şekilde hatırlamama kararı aldığımdan, Poyraz’ın yokluğu o kadar da acıtmıyor canımı. Çünkü her ne olursa olsun Poyraz Karayel dünyanın en naif tutunamayanıydı. Biz onu ilk sezondaki kaybeden haliyle, Sinan’a kavuşmaya çalışırken en sevdiklerinden yediği darbe üstüne darbelerle, okuduğu kitaplarla, delirmeye karşı bir kalkan olarak kullandığı ciddiyetsizliğiyle, Ayşegül’e aşkı, Bahri’ye sadakatiyle sevmiştik. Sevmiştik değil hatta, seviyoruz. Çok seviyorum. Başını omzuma alıp iki teselli edemeden ölmüş olduğu gerçeği çok can sıkıcı. Arkada sevdiği onca insan bırakması, yahu bir de pisi pisine ölüme gitmesi… Hepimiz Poyraz’ı balkon demirlerinden atlarken, hepsinden öte delirmeye doğru giden yolda tökezleyip dururken hayal etmiyor muyduk? Her ölüm erken ölümdür, seninkisi saçma da oldu be Poyrazcım Karayel. 

Yazdığınız mezarlık sahnesi yeterince dram dolu değilmiş gibi üstüne çekimlerinizle de acıyı katlamışsınız, sağ olun var olun. Sadece yerli dizi tarihinin değil, dünyanın en güçlü kadın karakteri Ayşegül Umman’ın (Çilingir mi yazsam diye düşündüm, daha çok hoşuma gidiyordu annesinin soyadını kullanması; çünkü dertsiz tasasız olmasa bile herkesin hayatta olduğu zamanlardan kalan bir hatıraydı bu soyadı) Poyraz’ın cesedi karşısında hıçkırarak ağlaması içimdeki tüm umutları, tüm sevinçleri tek tek yok etti. Poyraz’ın vurulduğu andan itibaren ölümüne inanmak istemeyen, kefeni açtırıp Poyraz’ın solgun yüzünü gören ve o an her şeyi kabullenmek zorunda kalan Ayşegül… Ah be dünyanın en güzel Ayşegül’ü, hayatının geri kalan zamanında yalnız yaşayıp yalnız ölmeyi planlıyordun da sonra takside karşına Poyraz çıktı ya, sanki o günden beri olmayacak bir mutluluk peşinde koşuyormuşsunuz da haberiniz yokmuş. 

Sinan’ın ve de, şu hayatta daha ne gelebilir başına? Olaylı olarak tabir edilen çocukluğu, 15 Haziran 2016 gecesi itibariyle gerçek anlamda sorunluya evrilmiştir. Hayırlı, uğurlu olsun. Ataberk’in sahne performansına diyecek söz bulamıyorum, dilim tutuluyor. Oyunculuk başarısından mı, sahnenin ağırlığından mı emin değilim; ama ağlattı beni, öyle böyle değil hem de. En büyük temennim, öyle bir sahnede, biz yetişkin sayılabilecek insanlar bile (kendimi hâlâ çocuk zannediyorum) acıdan kıvranırken, Ataberk’in sahnenin ağırlığından etkilenmemiş olmasıdır. Zira yaşı çok küçük, oynadığı sahne de babasının mezarı başında dakikalarca ağlamak. Ne kadar doğru bir karardı böyle bir sahnede Ataberk’i oynatmak bilmiyorum, Arzu’yla konuştuk (RaniniTv yazarı, manzanasverdes), bu tür hassasiyetleri sonlara doğru kaybettiklerini düşündüğünü söyledi. Umarım bizim büyütmemizdir de Ataberk’in mezarlık sahnesiyle ilgili hiçbir travması olmamıştır. 

Yürekleri dağlayan Sefer&Sema müziğiyle.

Biraz daha Ayşegül ve Poyraz çiftine üzüleyim diyorum ama Emel Çölgeçen’e unutmadan kocaman bir teşekkür edeceğim. Sema, canım Sema… Dizinin ilk bölümünden beri sergilediği sağlam duruşuyla dünya üzerinde dize getirilemeyecek insan olmadığını bize defalarca kanıtlayan Sema… Sefer’in hayatında yer etmesinden önce kaya gibi sert duran, Sefer’in aşkıyla ne de güzel yumuşadığına bizzat şahit olduğumuz, çocukluğundan beri yaşadığı şanssızlıkların da, sonrasında ortaya çıkan hastalığının da yaşama umudunu elinden alamadığı; ama gelin görün ki Sefer’in gidişiyle artık hayattan bir çıkarı kalmayan ve sevdiği adamın ölümünü teyit ettikten sonra kendi canına kıymakta hiçbir beis görmeyen canım Sema… 

Bu uzayıp giden Hakan meselesi ve senaryonun cinsiyetçi tutumları üzerine tekrar konuşmayacağım. Bahrilerin serbest kalması için kadınlığını kullanmasının karakterine ne kadar ters düştüğünün altını yeniden çizmeyeceğim. Sefer ve Sema aşkının bu hale gelmesinin canımı ne kadar yaktığından da söz etmeyeceğim. Emel Çölgeçen’e Poyraz Karayel kadrosuna katılarak bana kendisini tanıttığı ve çok sevdirdiği için teşekkür ederim. Sema gibi kadınların dizilerde de olsa var olduğunu hissettirdiği, iki sezon boyunca güzel gözleriyle çarşamba akşamlarımı renklendirdiği için teşekkür ederim. Sema’nın hikayesi belli ki bitmişti. Dilerim, ona her şeyi unutturacak hastalığından daha iyi bir kurtuluştur ölüm fikri. Dilerim, imkansız aşk algoritmasına göre %2,5 şansı olan aşklar, bu dünyada değilse bile başka dünyalarda mutlu olma şansına sahip olacaklardır. 

Hâlâ fazlasıyla dertliyim. Poyraz Karayel’e bölüm yorumu yazmak zorunda hissettiğim ilk an, 43. bölüm sonrasıydı. Ayşegül’ün takside, kürtaja giderkenki monoloğunun derinliği yazdırmıştı bana ilk yazımı. Poyraz ve Ayşegül’ün, bundan sonra ne yaşarlarsa yaşasınlar, birbirlerinden kopmalarını imkansız kılacak ortak bir dertleri var artık demiştim. Ayrılık ölüm yanında o kadar basit ki aslında, ölüm aklımın ucundan bile geçmemişti hiç. 

Yazı devam ediyor..
 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER