Filmi zaten
izleyecek olduğunuzu tüm iyimserliğimle tahmin ettiğimden, yazı spoiler barındırmamaktadır.
Marvel Sinema
Evreni’nin en sevdiğim film serisi olduğundan şüphem yoktu; fakat Civil War filmini seyredene kadar
karakterlere ne denli önem verdiğimi anlamamıştım. Daha da ileri götüreyim, ben
hayatımda bu kadar duygularımı ortaya koyarak, bu kadar perdede yaşananları
hissederek bir film izlememiştim. Filmin ilk sahnesinden itibaren yüzümden
çocuksu gülümsemem eksik olmadı, ki bu zaten Marvel filmleri izlerken
alışageldiğim bir tabloydu. Asıl ilginci, neredeyse tüm film boyunca
gözlerimden yaşların akmaya hazır ve nazır beklemesiydi. İçim, canım yandı 2,5
saat boyunca. Filmden çıktığımda içimdeki çocuk ve dışımdaki yetişkin son
derece tatmin olmuştu ama yalan yok, fiziksel olarak bitkindim.
Kolay değil,
mazisinde 12 film barındıran bir seriden bahsediyoruz. Karakterlerin hepsi
birbirini tanıdığı gibi bizler de onları bir o kadar tanıyoruz. Tony Stark’ın
cümlelerin arkasında ne olduğunu filmin bize geçirebilmesi için bir başka
filmde olacağı kadar efor sarf etmesine gerek yok örneğin. Bu durum filmin
avantajına olsa da bu noktalara gelmek için az emek harcanmadığını fark edip
haklarını teslim etmek gerek, “işleri kolay” diye küçümsemek değil. Filmin ilk
dakikalarında kendimizi hikayenin orta yerinde bulduğumuzda yabancılaşmıyor,
çok geçmeden karakterlerimizin ne durumda olduğunu hızlıca kavrayıveriyoruz. O
andan sonra zaten film bizi bir an olsun elinden kaçırmıyor. Son saatinde bizi
kesintisiz olarak heyecanlandırıp eğlendirmeden önce zamanını hesaplı
kullanarak kuvvetli hikayesini ilmek ilmek işliyor.
İlk Avengers filminin ardından New York’ta
yaşanan büyük savaşın sonuçlarını tüm karakterlerimizin üzerinde görmüştük.
Özellikle de Tony Stark üzerinden anlatılan travma sonrası stres bozukluğu hastalığı
ile izi silinmez bir etki yaratmıştı. Bu filmde de 2. Avengers filminde Sokovia’da yaşanan yıkımın sonuçlarını birebir
izliyoruz. Ve DC filmlerinin yapmaya çalıştığının aksine bu sefer de etkiler
yine toplumsal yıkımdan ziyade bireysel yıkım olarak perdeye yansıyor. Zaten
bence aralarındaki en büyük fark ve başarıdaki en büyük etken de bu:
hikayelerin ve dolayısıyla etkilerin bireye odaklanmış olması. İnsanlar artık Avengers ekibinin onları kurtarma
kisvesi altında verdikleri zararları görmezden gelmekten bıkmış haldeler.
Kaybedilen evlatlar, yitirilen evler ve gelecekle ilgili gitgide büyüyen, önü
alınamayan bir korku. Ve elbette devletin müdahalesiyle sarpa saran işler…
Karşısında yer aldığım takım. #TeamCap zafere!
Yayınlanan onca
fragman ve görüntünün sadece birini izlediyseniz bile kahramanlarımızın ikiye
ayrıldığını ve herkesin tarafını seçtiğini biliyorsunuzdur. Ben filmi izlemeden
önce de, izledikten sonra da fikri sabit biri olarak kaldım: #TeamCap Fakat
film ilerledikçe tarafınızı o kadar çok sefer sorguluyorsunuz ki, bir süre
sonra herkesin öpüşüp barışmasını dilemekten başka çareniz kalmıyor. Çünkü
nereden bakarsanız bakın iki taraf da haksız değil. Kişiden kişiye haklılık
oranı değişiyor olsa da büyük resimde herkes kabul edilebilir savlarla çıkıyor
savaş meydanına. (Bu arada filme Türkçe ad verirken halihazırda piyasada olan
ciltte kullanılan İç Savaş adını
değil de son derece sıradan Kahramanların
Savaşı adını seçenleri Allah’ın ıslah etmesini diliyorum)
Zaten Civil War bu yüzden nefis bir film.
Aksiyonun orta yerinde bile kafanızın bir köşesini meşgul etmekten geri
kalmıyor. Annesi ve babası epeyce de kavga ederek boşanmış biri olarak çok
yakından bildiğim hisleri bana tekrar yaşatırken (baba Stark, anne Rogers.
Chris Evans’ın o bebeksi suratının anne şefkatini çağrıştırmaması mümkün değil)
bazı anlarda artık filmin bitmesini, ne olacaksa olmasını istedim. Elbette ki
benim kadar kendini Marvel Sinema Evreni’ne kaptırmamış seyircide etkisi daha
hafif olacaktır; ama etkilenmeyecek ve kendini çatışmanın baskısı altında
hissetmeyecek biri olacağını sanmıyorum. Film buna izin vermeyecek derecede
başarılı. Bir süper kahraman filmi olduğunun sonuna kadar farkında, fakat
aksiyonun bir şeyler ifade edebilmesi için maskelerin arkasını da bir o kadar
özenli anlatması gerektiğinin bilincinde bir film Civil War.
Spider-Man gelmiş, hoş gelmiş.
Batman v Superman filmi biliyorsunuz dibe çakılmadı ancak hem
seyirci de, hem de sektörde dev bir hayalkırıklığı olduğunu inkar edemeyiz.
Warner Stüdyolarının Marvel’ın tam tersi yaklaşımı uygulayarak parçaları tek
tek birleştirmek yerine bütün puzzle’ı sevdirmeye çalıştığı evren kurma yöntemi
pek işe yaramışa benzemiyor. Zira filmdeki bir karaktere zincirin gelecek
halkalarının adeta fragmanlarını bilgisayardan izletmekle evren kurulmuyor. Yeni
karakterler adeta bir film fragmanı ile verildiğinde ve hikayeye üstünkörü
yedirildiğinde seyirci bunu yemiyor. Bu yergiyi sırf karşı takıma (daha önce
söylemiştim, DC vs. Marvel = Fenerbahçe vs. Galatasaray) laf atmak için
koymadım tabii, ki o da acayip eğlenceli olurdu. Bütün bunları söyledim çünkü Civil War iki yeni karakterini seyirciye
tam olması gerektiği gibi tanıtıyor. İkisi de, biri senaryoya sonradan eklenmiş
olmasına rağmen üstelik, hikayede olmazsa olmaz roller üstleniyorlar. T’Challa,
Black Panther ve Wakanda Krallığı hap gibi seyirciye anlatılıp gerisi görsel
olarak kendi keşfine bırakılıyor. Chadwick Boseman’ı perdede ilk gördüğüm
sahnede adamın üzerinden akan “krallık” sebebiyle salonda duyulabilir bir iç
geçirme yankılamasına sebep olduğum doğrudur.
Gelelim benim en sevdiğim karakter
olan Spider-Man’e. Sam Raimi üçlemesini (evet, 3. film de dahil) büyük bir
aşkla severim. The Amazing Spider-Man serisinin
doğru yaptığı iki şey vardı: Andrew Garfiled-Emma Stone ikilisini kadroya almak
ve o muhteşem kostüm. Gerisini al çöpe at, sonra tüm atıklarla birlikte yak,
küllerini de bir daha yeryüzünde savrulamayacak kadar derinlere göm, yine de
kötü kokusundan kurtulamazsın, o kadar kötüdür. Civil War’da izlediğimiz Spider-Man ise karakterin beyazperdede
izlediğim en başarılı uyarlamsıydı. Tom Holland ile Marvel oyuncu seçiminde
rakip tanımadığını bir kere daha kanıtlamış oldu. Milyonuncu kere Bruce Wayne’in
ailesinin ölme- Pardon, Ben Amca’nın ölmesini izletmek yerine Spidey’nin
geçmişini seyircinin zaten bildiğini varsayıp ufak repliklerle geçiştirerek
yoluna devam etmesi de son derece yerinde bir karardı. Meyvesini de fazlasıyla
aldığını görebiliyoruz. 2017’de vizyona girecek Homecoming başlıklı Spider-Man filmini iple çektiğimi gönül
rahatlığıyla söyleyebilirim. Kostüm harika, oyuncu harika, karakterin kullanımı
ve uyarlanırken verilen kararlar harika. Bu kadarını ben bile beklemiyordum,
öyle söyleyeyim.
Havaalanı karşılaşması yıllarca akıllardan silinmeyecek güzellikte.
Filmin aksiyon
sahnelerine de değinerek yazıyı noktalayayım. İlk sahnelerde Russo kardeşlerin The Winter Soldier’da gösterdiği büyük
başarıyı bir daha gösteremeyeceklerinden korktum doğrusu. Bu korkum, Infinity War’da perdeye aktarmak zorunda
kalacakları fantastik karakterlere uyum sağlayamayacağı endişemden
besleniyordu. Aksiyonu takip etmekte zorlandım, biraz IMAX perdesinin
devasalığı sebebiyle de olan biteni anlamakta bir Transformers filmindeki kadar olmasa da güçlük yaşadım. Fakat ben
filmin temposuna alıştıkça bu korkum tamamen ortadan kayboldu. Havaalanındaki
meşhur karşılaşma sahnesine geldiğimizde ben kendimi ve biricik Marvel Sinema
Evreni’mi Russo kardeşlere devretmiştim bile. Community ve Happy Endings gibi
kült dizilerle tanıdığımız (ki Community severlere
yine bir sürpriz var) yönetmenlerin artık şüphe götürür yanı kalmadı.
Civil War Marvel Sinema Evreni’ni seven ve tutkuyla takip
eden herkes için zirve noktası olabilecek bir film. The Avengers’da çocukluğumda okuduğum çizgi romanlar büyülü bir
şekilde, hayal edebileceğim en iyi şekilde karşıma gelmişti. Burada o büyülü
duygunun üzerine bir de sinemasal olarak da son derece kuvvetli bir filmin
verdiği haz eklendi. Biz “adamlar daha ne yapabilirler ki” diye sorarken ben
eminim, önümüzdeki filmlerde alacağımız cevaplar bizi hayal kırıklığına
uğratmayacak.