İnsanlığın mayasında bir çay
kaşığı kibir var. Her beden ona göre şekil alıyor ve her ruh ona göre
üfleniyor. En başından beri buna
inanırım, bu doğrultuda şekillendiririm insanlığı. Yerine göre, kişisine göre
kabarır karakter. Sakinlik, hamuru tatlandırmaya yetmez.
Yetiyormuş. Sil baştan
başlayalım şimdi hayat tezine. Baldan tatlı da olunur sakinlikle. Gönder
gelsin.
Bir adam var uzun süredir gözlemlediğim. En
başından, en sonuna sadece filmografi ile yetinmeyip noktasına, virgülüne kadar satır satır arşınladığım.
Güneşi Beklerken ile tanıdık,
Şeref Meselesi ile benimseyiverdik. Çok
daha fazlası var imiş aslı gerçekte. Amerika'da başlayan, Türkiye’de taçlanan, şu
sıralar mavinin en güzel tonları ile aydınlatılmış bir hayat. Kendi yolunu
çizmek diye bir şey vardır ya hani. Aynen öyle. Ne bir eksik ne de fazla. Amerikan yapımı çekilmiş filmler, yeni yeni gün
yüzüne çıkmaya başlayan reklam filmleri, Hollywood toprağını koklayan bir adam
ve şimdilerin altın delikanlısı. Zirveye tırmanmak değil onun hikayesi. Zirveyi
kazımak. Kendi alın teri var kendinde. Hayran kalmamak mümkün değil.
Nadiren "kalbinin tılsımlarını döküp saçıyor." dediğimiz insanlarla karşılaşırız. Ben o tılsımlara balıklama dalan, eline yüzüne bulaştıran insanlardan oldum. Babam, televizyonun başında ben varken yakışıklı oyunculara karşı verdiğim tepkileri sabır çekerek içine attı. Ama izlediğimiz insanlar bir yerden sonra aileden oluyor. Kerem de bir nev-i ailenin gurbetçi çocuğu haline geldi. Televizyona ne zaman yansıyı verse annem ve babamdan aynı anda ''Çok efendi çocuk maşallah.'' cümlesini işitiyorum. Bu yazının başına oturduysam en büyük etkende budur şüphesiz.