Bir ailenin portresi: El Clan

Bir ailenin portresi: El Clan
Babalar ve oğulları
35. İstanbul Film Festivali’nin Akbank Galaları bölümünde gösterilen El Clan / Çete Arjantinli yönetmen Pablo Trapero’nun son filmi. Çete ile Venedik’te En İyi Yönetmen ödülüne uzanan Trapero aynı zamanda bu yılki İstanbul Film Festivali’nin Uluslararası Yarışma bölümünün jüri başkanı. Gerçek bir yaşam öyküsünden yola çıkan yönetmen hem ülkesinin utanç dolu tarihine ayna tutup yüzleşiyor hem de sinema sanatı için yüz akı diyebileceğimiz bir eser ortaya koyuyor.


Aile olmak her şeyi çözer mi?

Takvimler 1982’yi gösterirken Arjantin’de nice insanın acı çekmesi ve ölümüne sebep olan faşist cunta nihayet sona erer. Cunta hükümeti için istihbarat servisinde çalışan Arquimedes Puccio da birçok arkadaşı gibi işsiz kalmıştır. Çete, Puccio’nun devam eden süreçte bir şekilde hayatta ve hala aktif kalmaya çalışmak için cunta kalıntısı askerler ve bürokratlarla görüşmeye çabaladığı sahneyle açılır. Sonra kamera Puccio’nun evine döner ve kendisini çocuklarıyla akşam yemeği yiyen bir aile babası olarak görürüz. Karısı bir öğretmendir, 5 çocuğu vardır, kendi halinde bir esnaf gibi görünür ve sakin be huzurlu bir hayat sürer. Bu madalyonun görünen yüzüdür elbet. Çünkü Puccio rugby oynayan yakışıklı ve popüler oğlu Alex ve iki eski cuntacı arkadaşıyla birlikte insanları kaçırmakta, onları evinin bodrumuna hapsetmekte ve ailelerinden fidye koparmaktadır.


Kursakta kalan lokmalar...

Gençlik ateşiyle, ünlenmekle, zengin olmakla, aşkla kafası karışmış; aslında son derece sıradan kaygılar taşıyan Alex babasının kendisini sürüklediği bu durumun ciddiyetinin giderek büyümesiyle birlikte suçluluk duygusunu ve vicdani yükünü taşıyamaz hale gelir. Ev halkının geri kalanı her ne kadar olup biten aslında hiç olup birmiyormuş gibi davranmaya çalışsa da diken üstünde yaşar, çocukların travmalarına tek tek şahit oluruz. İşler yolunda gibi görünüp kaçırdıkları insanlar sayesinde kazandıkları para artmasına rağmen üst üste hata yapmaya başlar bu çete gibi çalışan aile. Derler ya hani “hiçbir suç cezasız kalmaz” diye; bir gün foyaları dökülür ve tüm aile hem kendilerini hem de hikayelerini perdede izleyen seyirciyi şok eden sonlarına doğru ilerlerler.


Kutsal annelikten çete üyeliğine...

Çete, dramatik yapısı son derece sağlam, kurgusuyla, temposuyla, aralara serpiştirilen şarkılarıyla son derece etkileyici bir film. Sinemasal anlamda söylenecek söz bırakmıyor kimseye. Ancak filmi asıl hafızalarımıza kazıyan şey elbette anlattığı şeyin buz gibi gerçekliği. Tarihin bir dönemine damga vuran faşist yönetimlerin, halkını sömüren ve acı çektiren iktidarların sadece kendilerinden değil kedileriyle birlikte yarattıkları düzenden ve canavarlardan da ibaret olduğu gerçeğini son derece yalın bir şekilde anlatması. Kötülüğün kaynağını hep dışarıda arayan, bir yanıyla safiyane bir edayla en yakınlarımızı, sevdiklerimizi, ailelerimizi bu kötülükten azade sayan bizler için adeta bir bellek tazeleyici. Hayatta kalmak için yapmak zorunda olduğumuz şeyler çok. Bir de hayatta kalmaktan fazlasını, hep daha fazlasını isteyen canavarlarımız var içimizde. Yeri gelince kendi kanımızla, canımızla, ailemizle beslediğimiz. İşte insanı insan yapan da bu canavarları öldürmek ya da yaşatmak arasında yaptığı seçim aslında. Puccio, kendisi ve ailesi için seçimini yapmış. Bu seçimin yol açtığı çığlıkları ise kimse duymamış. Siz filmi izleyip duyunuz, hatırlamak iyidir. Unutmamak da. İyi seyirler.



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER